Pek Sayın ”Yahya Kemal Bey” ; Aziz İstanbul
Ocak 31, 2020G’üvercinka’dar
Ocak 31, 2020
HİTLER YAŞIYOR!
Irkçılık; yakın tarihte gerçekleşmiş koca bir dünya savaşına ”sebep ideoloji” olarak gösterilmekte ve kendisine bulduğu destek(halk desteği) açıkça gözlenmiş olsa dahi sonuçları bakımından tüm taraflarca savaştan günümüze tarihsel süreç içinde yaşanmış vahim bir hadise olarak kabul edilmektedir.
Savaş öncesi dünyasının büyük oranda tek adamlara bağlı olduğu bilinen bir gerçektir. Tek adam sistemlerinin ise ortaya çıktıkları günden itibaren dinler ile yönetim konusundaki işbirlikleri malumdur. Hatta çoğu zaman iktidardaki güçler, dinin kitleler üzerindeki etkisi karşısında baskın olamamış ve kukla birer yönetime dönüşmüştürler. Fakat özellikle Fransız Devrimi sonrası coğrafi olarak küçük olan Avrupa’nın aynı dine mensup milletleri arasındaki paylaşım savaşları nedeniyle, modern anlamda ilk ırkçılık taraftarı yöneticiler ortaya çıkmış ve dinin kitleler üzerindeki etkisinin de azalmaya başladığı bu yıllarda, ırka dayalı siyaset dine dayalı siyasetin yerini almaya başlamıştır.
Gelişimi bu doğrultuda izlenen Avrupa milletleri, imparatorluk çağının sona ermesinin ardından kozmopolit yapılarından arınmış ve aynı dine mensup oldukları komşu ülkelerle çıkar ayrılıkları hususunda düşman konumuna gelmişlerdir. Daha önceki çağlarda birleşik Hristiyan dünyasının yine birleşik İslam dünyasıyla savaşı gözlemlenirken, çağın ilerleyişi sayesinde(eğitim,bilim ve teknoloji,kültür v.b tüm alanlarda) toplumsallıktan bireyselliğe doğru bir evrim geçirilerek özellikle aydın kesimde geçmiş yüzyılların evrensel hitap tarzını kullanan yazarlarının aksine daha daraltılmış fakat daha radikal bir hitap tarzı gözlenmiştir. Bu durum bireyin ön plana çıktığı o yıllarda kendilerini geçmiş yüzyıllara göre daha fazla önemseyen insanların, din gibi içine birbirinden çok farklı kültür,coğrafya hatta renkte bireyleri alabilen bir yapıdan vazgeçerek daha daraltılmış ve kesinlikle isteğe bağlı olmayan, aynı zamanda bir nevi ”seçilmişlik” hissi de yaratan ırkçılık tipindeki bir yapıyı seçmelerine neden olmuştur.
Hitler, içinde bulunduğu dünyayı yaptığı harikulade gözlemlerle çözmüş ve dünya görüşünün en akla aykırı yönlerini dahi inkar edilemez, yalanlanamaz, vazgeçilemez yazılı metinlere dayalı sol siyasetin aksine, karşısındaki kitlenin anlık değişimlerini gözlemleyerek şekillendirdiği ve coşkun üslubuyla dinleyenlerine yüksek adrenalin sağladığı sözlü hitabet tarzındaki propaganda yöntemleriyle aktarmıştır. Özellikle halkın büyük bölümünün dünya genelindeki ekonomik buhran sebebi ile yoksulluk içinde yaşadığı yıllarda sol siyasetin evrensel görüşleri karşısında Hitler’in ırkı kurtarma (bir bakıma kendini kurtar) çağrısı halk tarafından tek umut olarak kabul edilmiştir. Hitler gerçekçidir. Fransızları sevmez, yahudileri sevmez, komünistleri, eşcinselleri, siyahileri hatta engellileri dahi sevmez ve bunları söylemekten asla rahatsızlık duymaz. Üstelik laiktir Hitler. Tarihi çok iyi okumuş ve dinin devlet üzerindeki kötü etkisini tüm detayıyla gözlemlemiştir. Geçmiş tezleri elinin tersiyle iter çünkü yepyeni tezleri vardır Hitler’in ve daha önce üzerine hiç konuşulmayan konuları bulup onlar hakkında akıl almaz komplo teorileri üretir fakat bilir ki saçmalığı yüzünden dahi olsa itiraz edilmeyen, ciddiye alınmayan, yalanlanmayan ve en önemlisi de cevap verilmeyen her söylemi aslında onun lehinedir. Hitler insanlarını çok iyi tanır. Aslında en önemlisi budur. Bunu Hapisteyken yazdığı o meşhur ”Kavgam” kitabını okuyan herkes kolaylıkla anlayabilir. Ve aynı kitabı okuyan insanların tümü şu çok açık soruyu da kolaylıkla sorabilir muhakkak; peki ya solcular, onlar niye okuyan insanlar olarak ya da en azından okudukları iddiasında olan insanlar olarak, başlangıçta olmasa dahi Hitler’in siyaseten etkili olmaya başladığı zamanlardan sonra ”Kavgam’ı” okumadılar? Yok eğer okudularsa bu büyük düşmanın neyi, nasıl yapacağını ve gelecekteki hedefini açıkça anlatmış olduğu bu kitabına rağmen neden yenemediler?
Koca bir dünya savaşını kaybetmiş olabilir fakat bence Hitler tipi düşünce asla yenilmedi. Hatta o kadar ki, propaganda anlayışının tek cümlelik özeti olabilecek ”yalan ne kadar büyükse inananı da o kadar çok olur” sözüne rağmen, evet bu açık ”SAÇMALIĞA” rağmen biz okuyanlar, düşünenler, yazanlar ve kendilerini değişmez denilen düzeni değiştirecek tek güç sayanlar, Hitler tipi düşünceye tıpkı o gün yenildiğimiz gibi bugünde hâlâ yeniliyoruz.
Bu işte bir gariplik yok mu sizce de?