İstanbul’u İzliyorum, Gözlerim Açık
Şubat 11, 2020Bir Bahar Yolculuğu; Gülhane’den Sultanahmet’e..
Şubat 11, 2020
İstanbul’u Keşfetmek 2
Papaz Foucher de Chartes Bizans’ı Anlatıyor
Sene 1097! O meşhur Haçlı seferleri henüz başlamıştır. Doğu’ya yapılan büyük taarruzun öncesinde, İstanbul yakınlarında haçlı ordusu ile iki hafta kadar konaklamış olan Papaz Foucher de Chartes, dönemin Bizans’ını(İstanbul’unu) ne güzel anlatmaktadır;
“Tanrım! Bu ne muhteşem bir şehir! Birçok manastır ve ibadet alanı var. Her biri muhteşem
binalar! Bir şehrin sokaklarında bir seferde kaç tane inanılmaz güzellikte binalar
görebilirsiniz ki! Ve bunların hepsini nasıl aklınızda tutabilirsiniz? Altından ve gümüşten
yapılmış bir sürü bina ve kutsal emanetler! Her mevsim tüccarlar sürekli dünyanın her
yanından bu şehirdekilere ihtiyaçları olabilecek bir şeyler getiriyorlar”
Yukarıdaki seyahat notundan da anlaşıldığı üzere döneminin Avrupası’nın içinde bulunduğu
fakirlik ve sefalete karşı Bizans’ın sahip olduğu bu değerler seyyahlar kadar, diğer Avrupalı,
komutanların ve imparatorların da dikkatini çekmiş olacak ki tarihi süreci incelediğimizde
Haçlı seferlerinden istediğini elde edemeyen Avrupa, Venedikliler’in de yardımıyla 1204’de
şehri ele geçirir. Bu vesile ile üç gün boyunca benzeri görülmemiş bir barbarlıkla İstanbul
yağmalanır ve insanlar katledilir. Ayasofya’da dahil olmak üzere bütün anıtsal yapılar tahrip
edilip, yüzlerce yıllık yazma kitaplar yakılır. Birçok değerli Bizans eseri Avrupa’ya taşınır.”
(”Seyyahlar Şehri İstanbul ve Tarihi Devinim İçerisinde Bir Kent Görüntüsü
Prof. Dr. Füsun İstanbullu Dinçer – Öğr. Gör. Tolga Fahri Çakmak)
Gustave Flaubert’ın İstanbul Anlatımları
İlk yazımızda ipuçlarını verdiğimiz üzere seyyahların tarih anlatıcılığı bakımından önemleri büyüktür. İstanbul tarihi açısından önemli bir yeri olan Fransız yazar ve seyyah Gustave Flaubert’ın, Battal Oğuz hocamızın makelesindeki anlatımlarından bir örnekle açıklayalım:
“Üzüm salkımlarıyla bezenmiş uzun ağaçların dikili olduğu uzun cadde’den, Topkapı’nın bulunduğu eski Saraya giriyoruz. Ayakkabılarımızı çıkardıktan sonra, girdiğimiz binalarda bulunan oval şeklindeki mekânlardan, Boğaz’da tam yelkenleri açılmış seyir halindeki gemiler görülüyor.”
Televizyon’un, internetin, radyonun olmadığı hatta ulaşım araçlarının dahi oldukça kısıtlı imkanlarla işletildiği bir zaman diliminde, her ne kadar o gün için geçerli bir turizmden söz edilemese de, bu ve benzeri anlatımlardan yola çıkılarak edinilen bilgiler sayesinde geçmiş aydınlanmış ve bir bakıma keşfedilmiş olmuyor mu sizce de?
Peki ya birbirine düşman toplumların, aslında bu düşmanlıklarının en büyük sebebinin birbirlerini tanımıyor oluşları olabileceğini düşündünüz mü hiç?
Birbirlerinin müziğini bilen, yemeklerini tadan, insanlarını tanıyan toplumların daha zor düşman olacakları hatta birbirlerini hiç görmemiş olsalar dahi, uzak diyarlardaki tanıdık ya da sempatik ögelere hoşgörü ile yaklaşacakları aşikâr değil midir?
”Seyahatnameler çok eski çağlardan bu yana toplumların uzak medeniyetlere dair meraklarını kısmen de olsa gidermelerini sağlamış, sadece hakkında hikayeler ve kulaktan dolma bilgiler edinebildikleri medeniyetlere dair insanları aydınlatma gibi bir görev üstlenmişlerdir.”
Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz Füsun ve Tolga hocalarımız, hazırladıkları makaleyi bu cümleler ile başlatarak bana kalırsa harikulade bir giriş yapmışlar. Zira açıklayıcı olmakla birlikte, düşündürücü de bir anlatımdır bu. Bilginin ve iletişimin kısıtlı olduğu bir dünya için, kaçınılmaz olarak bilgiyi iletebilecek insanlar da ortaya çıkmışlardır. Kimisinin yalnızca merak için yaptığı bu iş, çoğu zamansa özel olarak görevlendirilen şahsiyetlerce icra edilmiştir. Bazen bir düşmanı tanımak, bazen uzak bir kültürü öğrenmek, bazense yalnızca merak gidermek. Fakat ne sebeple yapılmış olurlarsa olsunlar, geçmişten günümüze büyük bir hazine olarak bırakılmış olan bu miras sayesinde kendi kültürümüze dair, kendi kaynaklarımızın dışında da bilgiler edinerek, karşılaştırmalı olarak bir keşif yapma imkanı bulabiliyoruz.
Fakat amaç ya da sonuç, yalnızca İstanbul’u keşfetmek mi?
Aslında akademik çalışmalar üzerinden tarihin derinliklerine yapılan bu yolculuk sayesinde; yalnızca bir şehrin geçmişini keşfetmekten öte, yolculuk yapılan devrin insanını, kültürünü ve bilinmeyenlerini de keşfetmiş oluyoruz. Gustave Flaubert’ın ya da papaz Foucher de Chartes’ın anlatımlarını öğrenerek, aslında kendi geçmiş kimliğimizi keşfediyor ve İstanbul özelinde bu toprakların en büyük mirası olan kültür mirasının unutulmuş yüzünü de hep birlikte hatırlıyoruz.
Acelemiz yok, imkanımız çok. Hadi keşfedelim bu şehri!
*Bahsedilen akademik çalışmalar;
*http://dergipark.gov.tr/download/article-file/172607
(”Seyyahlar Şehri İstanbul ve Tarihi Devinim İçerisinde Bir Kent Görüntüsü
Prof. Dr. Füsun İstanbullu Dinçer – Öğr. Gör. Tolga Fahri Çakmak)
*http://dergipark.gov.tr/download/article-file/411152
(”GUSTAVE FLAUBERT’IN İSTANBUL DESTİNASYONU”
Yrd. Doç. Dr. Battal OĞUZ)
İstanbul’a Seyahat
Eşsiz bir kültür turizmi yaşamak, tarihin bambaşka köşelerinde gezinmek, tatilinize tarifsiz güzellikler katmak için, seyahat planlarınızı İstanbul’a yapın.
İstanbul seyahatinizde nerede kalacağınıza, nereleri görmeniz gerektiği, neleri tatmanız gerektiğine dair bilgiler almak istiyorsanız bize mail atabilirsiniz. Kalabileceğiniz otellerden, yemek yiyebileceğiniz mekanlara, gezi rotanızdan, eğlence alanlarına kadar her konuda bilgiyi arkadaşlarımız karşılıksız olarak size vereceklerdir. Şimdiden iyi tatiller, iyi eğlenceler…
sehrinhikayesi@gmail.com