Son Kitlesel Yokoluş; Üzerinize Gelen Bir Göktaşı Düşünün.
Şubat 11, 2020Bilim Büyüleyici Bir Şey; Süper Kamera
Şubat 11, 2020
Silah Çıktı Mertlik Bozuldu
Ağustos o yıl her zamankinden sıcaktı eminim. Özellikle doğuda…
”6 Ağustos ve 9 Ağustos”. ”Hiroşima ve Nagasaki”. İki en sıcak şehri o sıra dünyanın. Bilinen tarih, maddenin doğaya insan eliyle böyle bir nefret kusabildiğini yazmamıştı henüz. Doğal felaketlerin en kötüsünün, en orantısız sonuçları dahi bir anlama sahipti. İnsandan bağımsız bir nedeni ve sonucu vardı. Ama 1945 ağustosu öyle değildi. Yağmur ne sıklıkla ve yoğun yağarsa yağsın ona düşman olmak saçmaydı. Deprem ve volkanik patlamalar dünya varolduğundan beri vardılar ve hiçbirinin insanla problemi yoktu. Bolca filmleri çekilen tsunamiler, kasırgalar, hortumlar hatta yangınlar bile böyle bir anda kusmamıştı nefretini insana. Bir tek insan, korku filmlerine senaryo ettiği dehşeti gerçekleştirmeye bu kadar istekliydi.
“Atom bombası askerlere, askeri tesislere ya da donanmalara yönelik olarak kullanılmalı. Sivillere, kadınlara ve çocuklara karşı değil!” Bu sözler o dönemki Amerikan başkanı Truman’a ait. Günlüğüne böyle yazmış Truman. Acaba o sıcağı biraz olsun hissetmiş midir? Bir pişmanlık olduğu muhakkak. Ama bir korkuda olmuştur eminim. Savaş bitmeyebilirdi çünkü ve kendinden en emin olduğu anda kendi topraklarında da aynı sıcağı hissedebilirdi. Daha o senenin nisan ayında Roosevelt’in ölümüyle başkan olmuştu. Mayıs geçti, haziran geçti, temmuz geçti ve ağustos geldi. Hiçbir modern devlet, en büyük diktatörlük olsa dahi öyle tek kişiyle falan yönetilemez. En tepede bir tiran oturuyor dahi olsa özellikle savaş zamanları bilgi alış verişi yapılacak, yorumlanacak ve planlanacak onca şey için onca görüşme yapılmalıdır. Amerika bir istisna değildir şüphesiz ve her ne olursa olsun insanlık tarihi açısından küresel felaketlere denk tutulabilecek bir felaketin oluşturulmasında tek suçluda değildir. Hep söylenir ya hani, ‘biz yapmasaydık onlar yapacaktı’ ya da bizim gibilerin ağzından söylemek gerekirse ‘onlar yapmasaydı Hitler yapacaktı’ diye. Aslında bu kısmen doğru.
Alman biliminin Hitler’in diktatörlüğünde her ne kadar ellerindeki onca üstün yahudi bilim insanını düşman ilan edip ülkelerinden uzaklaştırmış olsalarda dünya bilimindeki yeri küçümsenemezdi. Ve evet, Almanlar savaş esnasında nükleer bomba yapmaya çalıştılar. Hatta bu atom işlerinde dönemin en ileri gelenlerinden biri olan Alman bilim insanı Hesisenberg’in bunu kafasının içinde başardığı bile söylenir. Ama o Truman gibi sonradan günlüğüne yazdığı şekliyle vicdan yapmayacak, savaş esnasındaki gidişatı görecek ve bilim adına atomla belkide herkesten fazla ilgili olsada, bu bilimi onunla bir bomba yapma evresine asla taşımayacaktı. Bu insanlık adına büyük bir kazançtır aslında. Çünkü sadece Hiroşima’da 140.000 kişi hayatını kaybetti. 140.000 insanı tek seferde katledebilen bir bombanın tarihin en acımasız karakterlerinden birinin elinde nasıl kullanılacağını düşünmek zor değil. Her şey bir yana eğer Nazi Almanya’sı bırakın gücünün zirvesinde olduğu yılları, savaşın son günü dahi iyi-kötü çalışır bir nükleer bomba yapabilseydi işler bir daha kontrol altına alınabilir miydi bilmiyorum. Adolf Hitler ölümsüz değildi ve savaş hangi netice ile sonlanırsa sonlansın bir gün zaten ölecekti. Fakat Nazi döneminde binlerce tehlikeli fikirle zehirlenen bir nesil, kesin bir mağlubiyetle sonlanmayan bir savaşın sonrasında kendine yeni Hitler’ler yaratmakta pekte zorlanmayacaktı eminim.
”Little Boy” ve ”Fat Man” ne sevimli iki isim değil mi? Biri Hiroşima’yı diğeri Nagasaki’yi üç gün arayla cehennemle tanıştıran iki sevimli bomba. ”Little Boy” yani küçük çocuk Uranyum içerikli, ”Fat Man” yani şişman adamsa Plütonyum. Ne harika değil mi? Binlerce insanı öldürmek için yapılan iki sevimli bombanın bir tek adını bildiğimiz başkada haklarında hiçbir şey bilmediğimiz ama muhtemelen yok etmekten başka işlere de yarayabilecek iki elementle oluşturulması… Gökyüzünü kaplayan duman ister istemez ”vay anasını” dedirtiyorsa da insana, ortaya çıkan yıkım bu iki bombanın üstelikte bilim gibi insanlık için çalışan bir yapıyla oluşturularak dünyamızın sonunu getirebilecek bir şekilde kullanılması korkutucu.
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.
”Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyordu Köroğlu.
Sahiden de özellikle son yüz yıla bakıldığında doğruluğu tartışılmaz bir gerçektir bu. Tabi Köroğlu aslında basit bir tüfekten bahsediyor olsa da bugünkü manası ile düşünüldüğünde sadece bir tüfekten ziyade tüm ateşli silahlardan bahsediliyor olması gerekir ve bununda ilk örnekleri 1000 yıl öncesine kadar gidiyor. Ama aslında bir başka açıdan baktığımızda ilk anda aklımıza ateşli silahlar gelse de mertliği bozan asıl mesele, mesafenin mücadeledeki önemiyle ilgili olmalıdır. Maksat düşmanı mümkün olduğunca kendine yaklaştırmamak ve onu karşılaşacağınız ana dek mümkün olduğunca zayıflatmak. Yani elinde kılıcıyla üzerinize koşan bir insanı size yaklaşamadan mızrağınızla birkaç metre kala etkisiz hâle getirdiğinizde, aslında hiçte mertçe bir şey yapmamış olursunuz. Çünkü mertlik anlayışı eşit şartlarda dövüşmek üzerine kuruludur. Kılıca karşı mızrak, mızrağa karşı ok, oka karşı tüfek, tüfeğe karşı top… Bu böyle sürüp gitti asırlarca ve sonunda öyle bir raddeye gelindi ki, bırakın mertçesini mücadele imkânı dahi tanımaz bir hâl aldı silah yarışı. Daha bir yüzyıl öncesinde füze,roket, nükleer gibi kelimeler ancak hayal dünyası geniş yazarların romanlarında karşımıza çıkabiliyorken, insanlar hâlâ o büyük meydanlarda vücut vücuda çarpışıyorken, bir yüzyıl sonra yine aynı insanlar binlerce kilometrelik mesafelerden çoluk çocuk ayırmadan vurmaya başladılar. Asıl kalleşlik bu işte!
Savaşmayan insanların olduğu bir dünya elbette savaşanların olduğundan iyidir. Fakat hepimiz insanı tanıyor ve tarihi gelişimini gözlemliyoruz. İnsan savaşan bir canlıdır ve meselemiz insanı kökünden değiştirerek, onun savaşmamasını sağlayacak bir sistem geliştirmek olmalıdır. Peki, söyler misiniz bu istek ne kadar gerçekçi? İnsanda böyle bir köklü değişimin yaşanması imkân dahilinde gözükmüyor açıkçası. Fakat en azından tıpkı geçmişinde olduğu gibi sorunu kiminleyse sadece onunla çözdüğü bir savaş anlayışı yeniden yüceltilebilir. Bu asla savaşı yüceltmek değildir. Savaşın içinde olan yüzbinlerce insanın dahi ortak kaygısı sivillerken, savaşın getirdiği yıkımın aslında tüm insanlık açısından büyük bir kayıp olduğu kabul ediliyorken ve nükleer silahlanmanın bir anda dünyanın sonunu getirebileceği bir gerçek olarak gözümüzün önünde duruyorken en azından savaşı, işi savaşmak olan insanlar arasında sınırlı tutmaya çalışmak insanın doğası, gelişimi ve geleceği açısından en gerçekleşebilir ihtimâl gibi gözüküyor.
Şehir İstanbul
sehrinhikayesi@gmail.com