Teleskop – Mikroskop; Evrende Önemsiz İnsan

Sakız Hanım ile Mahur Bey. Yeşilçam Sokak/Emek Sineması
Şubat 11, 2020
Her Dilden İstanbul Adları
Şubat 11, 2020

Teleskop – Mikroskop; Evrende Önemsiz İnsan

Teleskop – Mikroskop

Evrende Önemsiz İnsan

Dedi ki teleskop, ”böbürlenme senden büyük evren var”
Araya girdi mikroskop”rahat ol senin içinde de bir evren var”.
Evet, aslında üç aşağı beş yukarı böyle bir şey durum. Günümüzdeki hâllerini almaları biraz uzun sürmüş olsa da ortaya çıkış manasında zaman bakımından birbirlerinden çokta farkları yok. (Daha önce de bazı ilkel halleri kullanılmış olsa da genel kanı 17.yy civarı). Düşünen insanın düşündüğü en önemli şeyler nelerdir diye düşündüm az evvel ve iki önemli şeyi diğer her şeyden ayırdım. Biri gökyüzü, biri de kendi içi. Gökyüzü bazen çok uzak bazen çok yakın ama kesinlikle çok büyük ve kesinlikle çok bilinmez. O nedenle gökyüzüne olan merakın tarihinin çok çok eskilere gidiyor olması gayet normal. Ben insanın kendi içine duyduğu merakı da en az bu kadar eskilere götürme taraftarıyım. Kendini yeterince bilmeyen bir canlının diğer şeylere merakı bunun çokta ötesine geçemez herhalde.
Bilimdeki muazzam gelişmeler yalnız insanın içindekini değil genel anlamda gözle görülür bir kütlesi olan olmayan her şeyin içindekini de kurcalama imkanı verdi insana. Hastalıkların kaynaklarına inildi, canlı yaşamının sırrına erildi ama en önemlisi de bilinmeyen o kadar çok şey bilindi ve bilinmeye devam ediliyor ki, insan haklı olarak kendini eskisinden çok daha önemli hissediyor. Teleskobu da bu durumun karşısında değil yanında tutmalı, çünkü her ne kadar tam tersi yönde işleyen bir buluş olsa da ana manada aynı işe yarayarak insana bilmediği milyonlarca şeyi öğreterek özgüvenini arttırdı. Biraz moralini bozmuş olabilir evet, ama onların pekte bilimsel yaklaştıklarını sanmıyorum bu duruma.

Düşünsenize Dünya’nın evrenin merkezinde olduğu gibi bir fikir var. Dönemin en baskın gücü dini otorite tarafından destekleniyor ve artık sorgulanması yersiz görülecek kadar eskimiş bir fikir ama bir şey oluyor sonra. Kuşkucu bazı insanlar ”aslında böyle de olmayabilir” fısıltısıyla ortaya çıkıyorlar. Hele ki o ilk gözlem anını bir düşünün, bilinen ve kesinliği sorgulanmayan adeta putlaştırılmış bir görüşü kendi gözlerinizle görerek tarihe gömüyorsunuz. Artık o saniyeden sonra yazılan kitapların, dini baskıların ya da akademik öğretilerin bir önemi yok. Siz, teleskop denilen bir buluş sayesinde yüzyıllardır sadece bir iddia olmanın ötesine geçememiş ama buna rağmen sorgulanmamış bir görüşü yerle bir ediyorsunuz. Üstelik o kadar haklısınız ki bunu söylemenin başınıza ne tür belalar açacağını bildiğiniz halde söylemekten çekinmiyor, gözleminize o kadar güveniyorsunuz ki aynı gözlemi herkesin yapabileceğini söylüyor ve yalnızca bakmalarını istiyorsunuz. Peki ne mi oluyor?
”Bu anlattığı şeyleri Galileo’dan başka gören olduğuna inanmıyorum, ayrıca böyle merceklere bakmak başımı döndürecektir. Bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyorum, ne yazık ki Galileo kendini böyle şaklabanlıklara adamış durumda.”– Cremonini
Bu tip yaklaşımların bazıları Galileo’yu yalnızca bir hayalci olarak nitelerken bazıları işi çok daha tehlikeli bir boyuta taşıyarak onu büyücülükle dahi suçlamışlardır. Peki ya Galileo, o bu tutucu yaklaşımlara cevaben ne demiştir?
“Floransa’daki profesörlere teleskobumla Jüpiter’in uydularını göstermek istiyorum, ancak ne onlara ne de teleskoba bakıyorlar. Bu insanlar, doğada incelenmesi, gözlenmesi, araştırılması gereken bir şeyler olduğunu düşünmüyorlar. Onlara göre bilim, metinleri karşılaştırıp tartışmaktan ibaret.”
Görüldüğü gibi insanın bir şeyleri yalnızca topluma anlatması değil o konuda ders veren insanlara dahi anlatması bile ne kadar zormuş. Üstelik söz konusu şey o güne değin sorgulanmamış bir şeyleri sorgulamak ya da kalıplaşmış görüşleri yanlışlamakla ilgiliyse.
Tarih teleskobun mücadelesiyle ilgili bize daha çok veri verdiği için ya da mikroskobun henüz o vakitler dini ya da akademik otoriteyi rahatsız etmemesi dolayısı ile onunla ilgili böyle somut cümleler kuramayacağım. Ama şu bir gerçek ki özellikle tıp alanında, mikrobun keşfi ve gözlenmesi anlamında -diğer her şeyi bir yana bırakarak söylüyorum- kitlesel bir çok hastalıkla olan mücadelemizi bu buluşa borçluyuz.

Miasma Teorisi

”Miasma” isimli bir olay var mesela, miasma teorisi olarak geçiyor. Oldukça eski dönemlerde ortaya atılmış, o meşhur Hippocrates (MÖ. 460-377) tarafından ve uzun yıllar boyunca inanılmış. Hastalıkların topraktan çıkan kötü hava ya da su ile ya da diğer doğal olaylar(rüzgar ve mevsim etkileri) ile oluştuğu yönünde bir görüş. Kısmen doğrudur da tabi ki. Sonuçta kötü hava ya da kirli su bizi hasta edebilir. Fakat ortada bu kirli havayı ya da suyu gözlemleyecek bir cihaz yoktur -bazıları o boşluğa Tanrı’yı koyarlar- Bazıları ise bilinmeyene düşman olarak hastalığın boyutuna göre kişiyi toplumdan soyutlayabilir ya da çok ilginçtir ki onu şeytan kabul edip cezalandırabilirlerde. Geçmişte bu gibi olaylar özellikle Ortaçağ’da sık sık yaşanmıştır. Sonra sonra tıp ağır ağırda olsa ilerlemiş ve nihayetinde hastalıkların gözlemi anlamında bir devrim gerçekleşerek mikrop keşfedilmiştir.
Bulaşma olayı deneylerle gözlenmiş, gözle görülemeyecek kadar küçük ama öldürücü şeyler tespit edilmiş ve bunlarla mücadeleye başlanmıştır. İşte bu tip gelişmelerin hepsi önce kuşkucu bir insan sonra bu insandan doğma alışılmadık bir fikir sonra da bu fikri gözlemleyebilmek adına ortaya çıkarılan bir buluşla olmuştur. Aslında birçoğu tesadüfende oluşmuştur ama o konuda da bilim insanlarına haksızlık etmemiz söz konusu değil tabi ki. Sonuçta bir şeyleri ararken başka hatta asıl aradığınız şeyden çok daha önemlisini de bulmak yine o ilk merak ve fikirle doğrudan ilgili bir şeydir.
Netice itibarı ile en başa dönersek, yani şu evren meselesine. Sadece boyutları düşündüğümüz vakit insanın mikroskop vasıtası ile kendi içinde yaptığı yolculukla, teleskop vasıtası ile kendi dışında yaptığı yolculuk birbirine çok benzemiyor mu sizce de?
*Şimdi biz büyük müyüz, yoksa küçük mü? Önemli miyiz, yoksa önemsiz mi?
*Evren dediğimiz sonsuz yapı, ya o da sadece bir şeyin içiyse ve biz tıpkı kendi içimizdeki mikroskobik canlılar gibi onun içinde var olan ve ondan habersiz birer form olarak bir gün onunla tanışırsak?
*Ya henüz bizim farkımızda olmayan mikroskobik canlılar, içimizde kendi küçük teleskoplarıyla kendi küçüklüklerini, kendi küçük mikroskoplarıyla kendi büyüklüklerini gözlemlerken bir gün bizimle tanışırlarsa?
Fazla mı kurgu oldu? Siz bir de düzlüğünden şüphe edilmeyen bir Dünya’ya Yuvarlak denildiğini düşünün?

Oğuz SARITEPE

Şehir İstanbul

Bizi Facebook Adresimizden Takip Edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.