Felaket Tellalları

Tükenen Yaşamlar
Şubat 23, 2024
Süleymaniye Camii; Adalarında Bahar, Süleymaniyende Güneş
Şubat 23, 2024

Felaket Tellalları

Felaket Tellalları

Bir kadın ve bir erkek, aralarında birkaç metre kala göz göze gelerek ve her ikisi de hafifçe başlarını eğerek nezaket içerisinde ve komşuluk hukuku gereğince selamlaştılar. Fakat bu nezaketten başka hiçbir anlam taşımayan hareketi yanlış yorumlayan kötü niyetli insanlar, durumu olduğundan farklı bir şekilde kadının kocasına anlattılar.
Tüm olayın gerçekleşmesi yalnızca birkaç saniye sürmüşken, kötü niyetlilerin zihinlerinde kısa metrajlı bir filme dönüşen ve onların anlatımlarıyla içeriği daha da zenginleşen hadise, son olarak aktarıldığı kulaktan acil durum sinyalleriyle zihne ulaşarak, artık nasıl bir etki yarattıysa kocanın gözlerinde bir aleve dönüşmüştü.
Ve ayrıca anlatılanların ölçüsündeki kötü niyetli artış sonucu, bu son zihinde hadise zaten fazlasıyla abartılmış olan kısa metraj bir filmden, öncesi varolan ve sonrası da varolabilecek çirkin bir kurguya evrilerek, adeta birkaç sezonluk bir diziye dönüştürülmüştü. Sonrasında olanlar ise medeniyet kavramını düşman kabul eden bir halkın ürünü pek çok hadisede olanlar ile aynı şiddeti içererek, benzer vahim sonuçlar doğurmuştu.
”Dövüyooor! dövüyooor! Duyduk duymadık demeyiiin…
Öfkeli bir koca, yaptığı tüm ikazlara karşın sadece komşu oldukları gerekçesiyle namahrem erkeklerle selamlaşan imam nikahlı karısını, tam da merkez camisinin önünde tekme tokat dövüyooor. Etraftaki kalabalığın içinde yuhalayanlar olduğu gibiii, çığlık çığlığa birbirlerinden yardım dilenenleeer, ‘polis yok muuu?’ diye defalarca boşluğa soru soranlaaar, içten içe hak etmiştir diye düşünerek kendilerini rahatlatanlaaar, ‘amaaan bize ne, karı koca arasında olur öyle şeyler’ klişesiyle bu hadiseye ilgisiz kalanlaaar ve daha pek çok özgür düşünce ve eylemsizlik gerekçesine sahip insanlar vaaar. Hepsi buradaaa, merkez camisinin önünde oluyooor. Kaçırmayııın, kaçırmayııın, bu büyük kavganın zevkine doyum olmaz seyrinden mahrum kalmayııın”.
Ortalıkta koşuşan çocukların her biri işte böyle cümlelerle yaşanan olayları halka anlatarak ilgilerini o yöne çekmeye çalışıyor ve ekmek paralarını bu felaket tellallığıyla kazanıyorlardı. Şayet olay bu çağrılara uyan kişinin izleyipte zevk aldığı bir olay çıkarsa, bahşişleri birkaç bozukluktan öteye de geçebiliyordu. Mesela semt bakkalı Hasan bu çocukların çağrılarına pek meraklıydı. Hemen hiçbir çağrıyı karşılıksız bırakmaz, yakınlardaysa dükkanı çırağına bırakıp koşar, uzakta bir yerdeyse dükkanı dahi kapardı.
Hattâ geçen gün yine böyle bir hadise olduğunda, o sırada dükkanda olmayan çırağına bir not bırakarak kapıyı dahi kilitlemeden koşmuştu olayın gerçekleştiği mahale. Sokak hayvanlarının sürekli kapısının önüne pislediğinden yakınan bir kadın, camdan dışarı zavallı kediciklerin üzerine kızgın yağ boşaltmıştı ve zavallı hayvanların şanslı olan birkaçı daha az hasarla kurtulsa da özellikle bir tanesi bu yağın etkisiyle acılar içerisinde kıvranmaktaydı. Neyseki kedi ölmeden oraya yetişebilen bakkal Hasan, kediye iyice yaklaşarak yanında getirdiği taburesini yere koymuş ve bir yandan soluklanırken bir yandan da bu anın keyfini çıkarabilmişti. Sonra bir anda ortalık ana baba gününe döndüğünde, ‘iyi ki taburemi de getirmişim de hem ayakta kalmadım hem de önlerden yer buldum’ diye içinden geçirerek şükretmişti.
O sıralar ucuzcu pazarlarda en çok satılan şeyler bu hafif, katlanabilir taburelerdi. Neredeyse tüm kadınların çantalarında bulundurduğu, erkeklerin ceketlerinin sırtlarına diktirdiği, hemen hemen her vatandaşın arabasının bagajında yangın tüpünün yanına en az bir adet koyduğu bu tabureler, tüm acil durumlar için en gerekli şeylerdendi. Mazallah insanlar, felaket tellalları olmadık bir zamanda, hazırlıksız bir hâldeyken karşılarına çıkarsa belki de saatlerini alacak ve seyrini kaçırmanın büyük bir kayıp olacağı önemli bir hadiseyi ayakta izlemek zorunda kalabilirlerdi. (Bu durumda devletinde bazı tedbirler alması kuşkusuz gerekmekteydi. Bazı belediyeler örnek olması açısından ufak çaplı çalışmalar kapsamında bu taburelerden otobüs duraklarına, belediye binası yakınlarına, parklara ve okul önlerine koydurtmuşlardı. Hattâ bazı özel şirketlerin piyasa araştırmaları sonucu ortaya çıkan ve bu taburelerin belli başlı noktalarda satışını sağlayacak son teknoloji eseri insansız yapıların inşası konusu, her geçen gün toplanan belediye meclislerinde daha çok konuşuluyordu).
Önemli bir olay olduğunda şayet polis gelecekse, o gelene değin olayın düzen içinde seyri için muhakkak herkesin bu taburelere oturması ve hır gür etmeden, ölçüsüz tezahüratlara kaçmadan ve olayın akışını değiştirecek başkaca müdahalelerde bulunmadan izlemesi gerekiyordu. Fakat ne yazık ki bazen kalabalık içinde tesadüfen de olsa marjinaller, kahramanlık hastaları, kendilerini ilahi bir güçle donatılmış sanan, zekası düşük ve canını hiçe sayan fedai bozuntuları da çıkabiliyordu.
Tabi bu durum olayın seyrini ister istemez değiştireceğinden kalabalık tarafından olumsuz tezahüratlarla karşılanıyor hattâ öfkesine yenilen bazıları, güzelim bir seyirden mahrum kalmanın hırsıyla bu şahıslara fiziksel temaslarla ceza vermek yolunu uygun bularak, seyrine doyum olmayacak türden yeni bir olay meydana getiriyorlardı. İşte bu durum saatlerce sürecek bir zincirleme olaylar dizisini meydana getirebiliyor ve belki de aslında ilk olay biter bitmez dağılacak olan kalabalık olayların uzayıp gitmesinden mutlu bir şekilde seyir zevkinin tadını çıkarmaya devam ediyordu.
Bu hadiseler yaşanırken en önemli şey ise seyyar satıcıların olayın seyrine göre ön plana çıkmalarıydı. Mesela uzun süreceğe benzeyen bir kavga için kese kağıtlarına doldurulmuş çekirdekler ya da patlamış mısırlar makbulken, anlık hadiselerin heyecanlı seyrine uygun olarak gazozcular ön plana çıkıyordu. Çoluk çocuk izlenecek türden hadiselerde daha çok dondurmacılar, hazmedilmesi zor -mide isteyenlerde- maden suyu satıcıları, meydanlara uzak yerlerde gerçekleşen ve kalabalığın koştur koştur ancak sonuna yetişebildiklerinde ise daha çok su ve köfte ekmek benzeri karın doyurucu şeyler satılıyordu. Aslında yeni bir pazarın doğuşuna da işaret olabilirdi tüm bunlar.
Mesela önceden karanlık işler çevirdiğini herkesin bildiği Mithat Bey, şimdilerde yanında bu satıcılardan çalıştırıyor ve onun bölgesinde gerçekleşen olaylara onun satıcıları dışında hiçbir satıcı müdahil olamıyordu. Hattâ kimilerince bu Mithat Bey bazı durumlarda olayın tümünü yanında çalıştırdığı profesyonel oyuncularla kendisi kurguluyor, ardından kendisine bağlı felaket tellallarıyla dört bir yana olayın çağrısını yapıyor ve bu sayede olayı uzun uzun izleyen kalabalığın tüm ihtiyaçlarını seyyar satıcıları vasıtası ile gidererek ekmeğini kazanıyordu.
Fakat halkın pek de hoşuna gitmiyordu bu sahte durum. Çünkü onlar gerçek kan, gerçek göz yaşı, gerçek vahşet istiyorlardı. Birkaç kere olayın kurgu olduğunu anlayanların alanı derhal terk etmeleri bu yüzdendi. Zira öylesi, tiyatro ya da sinemalarda da vardı. Halkın asıl istediği birilerinin suratları kanıyor olsa dahi rol icabı kavga etmeleri değil, birbirlerini gerçekten öldüresiye hırpalamaları ve bunun mümkünse aşağılıkça bir nedeni olmasıydı. Yani demem o ki, halk gerçeği istiyordu.
Herbiri evine gittiğinde kendi küçük dünyasında, bir yandan mutlu görünmeye çalışırken bir yandan da muhakkak bir şeylerden nefret ediyor ve bir şekilde birilerinin herhangi bir nedenle cezalandırıldığını görmek istiyordu. Kocasını gerçekten aldatan bir kadının sokak ortasında aşığıyla birlikte vahşice öldürülüşü bu yüzden her türlü yapay kurgudan daha değerliydi onun için. Tabi buradaki dehşet saçan koca faktörününde hakkını vermek gerekir, çünkü onun acısı ve bu acıdan doğurduğu nefreti, işi ne kadar ileri boyutlara taşır ve vahşeti arttırırsa o kadar daha kahramanlaştırıyordu onu halkın gözünde.
Felaket tellalsız sokakların ise tadı tuzu yoktu. Çocukların yalnızca oyun oynadıkları, eşlerin birbirleriyle iyi geçindikleri, adına medeniyet denilen anlamsız ve elit bir kurgudan ibaret yaşamlar, gerçeğin hiçbir yönünü yansıtmıyordu. Cinayetin, tecavüzün, hırsızlığın -ki seyri en az zevk vereni odur- olmadığı, hattâ düşünebiliyor musunuz ki ayıp ve suç karşılandığı bazı medeni memleketler vardı. İnsanlar bu medeni memleketlerde dünya gerçeklerinden uzak sanal zevkleri, gerçeğin ancak gölgesi niteliğini taşıyabilecek sinema, tiyatro ya da kitaplardan tadabiliyorlardı. Bu 21.yy için anlaşılması zor bir durumdu.

Agnoskeptik

İstanbul’a Seyahat

Eşsiz bir kültür turizmi yaşamak, tarihin bambaşka köşelerinde gezinmek, tatilinize tarifsiz güzellikler katmak için, seyahat planlarınızı İstanbul’a yapın.

İstanbul seyahatinizde nerede kalacağınıza, nereleri görmeniz gerektiği, neleri tatmanız gerektiğine dair bilgiler almak istiyorsanız bize mail atabilirsiniz. Kalabileceğiniz otellerden, yemek yiyebileceğiniz mekanlara, gezi rotanızdan, eğlence alanlarına kadar her konuda bilgiyi arkadaşlarımız karşılıksız olarak size vereceklerdir. Şimdiden iyi tatiller, iyi eğlenceler…

sehrinhikayesi@gmail.com

Bizi Facebook sayfamızdan takip edin

Comments are closed.