Beşiktaş Yolculuğu
Şubat 11, 2020Puzzle
Şubat 11, 2020
Filmlerin İstanbul’u 2
”Sean Connery, Pierce Brosnan ve Daniel Craig’in farklı James Bond yorumlarını (From Russia with Love (1963), The World is not Enough (1999), Skyfall (2012)) ağırlayan İstanbul’un bu filmlerdeki ele alınış biçimi büyük ölçüde turistik bir bakış açısından muzdaripti. Kapalıçarşı, Eminönü, Sultanahmet ve Kız Kulesi gibi çoğunluğu İstanbul’un tarihi yarımada bölgesine ait mekanların; bahsi geçen üç Bond filminin hikayelerine bir katkı sağlamaktan çok sadece şık bir arka fon olarak kullanıldıklarını söyleyebiliriz.
Sonuçta, Kapalıçarşı çatılarında motosikletiyle son sürat gezinen bir 007 ya da Kız Kulesi’nin altına gizlenmiş tüm dünyayı yok edebilecek bir denizaltı, Bond’un sinemasal evreni içerisinde sadece o resmin ne kadar şık durduğuyla ilgili oldu bugüne dek…”
Burak Kaplan’ın http://www.zeroistanbul.com için hazırladığı ”İçinden İstanbul Geçen Filmler” başlıklı yazısında böyle anlatılıyor 007’nin İstanbul olayı.
Benzer bir yorumu hak edecek bir film daha örnek vermek gerekirse Jackie Chan’in başrolünde oynadığı, 2001 yapımı Altın Yumruk İstanbul’da filmi uygun olur.
Aslında Burak Kaplan’ın Bond özelinde bahsettiği durum, bu ve diğer birçok yerli olmayan sinema filmi için geçerlidir. Fakat bu durumu doğa kanunlarına aykırı bir işmiş gibi algılamak da yersiz olur. Netice de bu insanlar ticari bir beklentiyle film yapıyorlar ve bu gayet anlaşılır nedenle de beklentinin yalnızca sinema salonlarından gelen hasılat ile karşılanmaması, çok daha geniş çaplı bir pazar oluşturulması kaçınılmazdır. Fakat yine de yukarıda sözünü kesmiş olduğum Burak Kaplan’ın şu harika bitirişini de buraya eklemek gerektiği kanısındayım:
”…Çünkü bir izleyici olarak Bond’un ziyaret ettiği şehirlerin her birine filmden çıktıktan hemen sonra bir uçak bileti almak isteyecek olmanız Bond filmleri için yeterlidir genelde. O şehirde neler olup bitiyor ya da şehrin hikayesi filminkiyle kesişiyor mu gibi sorular Bond için önemli olmamıştır hiç. Yine de sinemanın en ünlü ajanının İstanbul’u bugüne dek üç kez ziyaret etmiş olması büyük bir onur elbette. Keşke sadece çatılarda, kulelerde dolanmasa da, sokaklara da inse bir gün.”
Burak Kaplan gayet haklıdır haklı olmasına fakat ben -ona katılmakla birlikte- yine de içimdeki sesi dinliyor ve bu harika şehir ile öyle ya da böyle tanışan, onunla çalışan hatta onu yalnızca foroğraf karelerinde ya da beyaz perdede gören insanların dahi -tabi şayet yeterli bir merakları varsa- bu şehrin hikayesine ilgi duyacaklarını ve bu şehrin de böylesi bir ilgiye tarafsız kalamayarak o insanları bir şekilde kendine çekeceğini, çağıracağını düşünüyorum.
Peki ya biz? Evet doğru düşündünüz diye tahmin ediyorum 🙂 Bizim böyle bir lüksümüz yok! Biz bu şehrin, daha doğrusu bu ülkenin ve bu kültürün parçaları olarak, tüm ticari kaygıların ötesinde bir şevkle bu şehri, mümkün olduğunca da detaylı, akılda kalıcı ve davetkâr bir üslupla anlatmalıyız. Bunu kültürümüze, doğamıza ve bu ikisinin ortaklaşa ürettiği şehre bir borç olarak düşünmeliyiz.
Bunu yapmazsak ne mi olur?
İçinden İstanbul geçen filmler, İstanbul’un içinde geçen filmlerin yerine alır ve geriye yalnızca bir kartpostal şehri kalır. Bunu özellikle son dönem filmlerinin bazılarındaki drone çekimlerini gördükten sonra daha da içselleştirmiş biri olarak söylüyorum ki, bizim bu şehri filmlerin içinden geçirmeye ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyacımız olan asıl şey, bu şehrin hikayesini anlatmak.
sehrinhikayesi@gmail.com