İstanbul Kaç Yaşında (Bölüm 2)

Zeytin Dalı Akımı; Düşünmeyi Yasaklayamazsınız
Şubat 24, 2020
The Hagia Sophia
Mart 2, 2020

İstanbul Kaç Yaşında (Bölüm 2)

Yazının 1. bölümünü okumak için lütfen linke tıklayınız.

İstanbul Kaç Yaşında Bölüm 1

İstanbul Kaç Yaşında (Bölüm 2)

-Çelebi dedeeee, Çelebi dedeeee!
-Gel Barış içerideyim, kitaplarla meşgulüm yine.
-Geldim dede ama fazla vaktim yok, istediklerini getirdim. Bazılarını bizim okulun kütüphanesinde bulamadım ama ablamdan rica ettim, üniversitenin kütüphanesinden aldırdım. Umarım işine yarar. Bu arada ben de bir şeyler buldum.
-Teşekkür ederim Barış. Merak ettim, neymiş buldukların?
-Yarımburgaz mağarası
-Yarım burgaz mağarası mı? Demek araştırmaların seni oraya kadar götürdü.
-Evet Çelebi dede, oraya kadar geldim. Fakat maalesef daha eskiye ait bir iz bulamadım. Kaldı ki zaten burada bahsedilen tarihler çoook eski. Yani bence sen de boşuna uğraşma, 1 milyon seneden daha eskiye gidebileceğini pek sanmıyorum. (Barış’ın bu sözleri kendinden emin bir edayla söylemesi, bu oyunu ne kadar ciddiye aldığını gösteriyordu. Ayrıca Çelebi dede Barış’ın kısmen haklı olduğunu da biliyordu. Yarumburgaz mağarası bilinen en eski izleri barındırıyor olabilirdi. Gençliğinde çok ilgilenmişti orasıyla, hatta birkaç kez bizzat incelemek üzere de gitmişti. Fakat bir şehrin doğuşunu hesaplamak için, onun en eski ziyaretçilerinden bile daha önemli şeylere ulaşmak gerekiyordu. Çünkü bir şehrin doğumu aynı zamanda bir kültürün doğumu da demekti. Fakat Yarımburgaz mağarası o kadar eskiye uzanan izler taşıyordu ki, o günden bugüne bir kronoloji oluşturmak neredeyse imkansızdı. O yüzden çok daha emin adımlarla gidecekti Çelebi dede. Kim bilir belki yine dönüp dolaşıp Barış’ın lafına gelecekti. Fakat bir de diğer ihtimal vardı. ”Ya kimsenin görmediği bir şeyi görebilirsem?” İşte bu soru, emekli tarih öğretmeni Çelebi dedeyi yiyip bitiriyordu.)
-Haklı olabilirsin Barış fakat yine de araştırmak gerekir. Ayrıca oyunun kurallarını biliyorsun, biz asla kolay bulunan cevapları kabul etmeyiz unutma.
(Bu sefer de düşünen taraf Barış olmuştu. 1 milyon sene diye düşünmüştü Barış. Okuldaki arkadaşlarına İstanbul’un kaç yaşında olduğunu sorduğunda, pek çoğu 1453’ü doğum olarak kabul etmişti. Bazıları ise başlangıçta Çelebi dedenin de karşısına çıkan internet aramaları vasıtası ile doğum tarihini antik yunana kadar götürmüştü. Fakat hiçbiri Yarımburgaz mağarasına dair bir şey bilmiyordu. Bu Barış için bir övünç kaynağıydı. Ama bir yandan da dedesi haklıydı. Bu cevap kolay bir cevaptı. Oysa Barış geçmiş oyunlardan da biliyordu ki önemli olan aslında net bir cevap bulabilmekten öte, o yolda harcanan emekti.)
-Sen de haklısın dede, biraz acele ediyorum galiba. Neyse benim okula gitmem lazım, sen çalışmalara başla, haftasonu sana katılırım.
-Anlaştık Barış, görüşürüz.
-Görüşürüz dede.
Türkiye aslında arkeolojik açıdan bir cennetti. Çelebi dede bunun farkındaydı. Zira kendisi de bir tarih öğretmeniydi ve bu toprakların onlarca medeniyete ev sahipliği yaptığını ve her birinden miras kalan, binlerce yıllık bir birikime sahip olması gerektiğini biliyordu. Fakat neredeydi bu miras? Cevap elbette sadece el yazmalarınde bulunamazdı. Toprağın altına bakmak gerekiyordu. Her biri birbirinin üzerine inşa edilen onlarca farklı medeniyet ve yazı öncesi döneme ait oldukça sınırlı bir bilgi havuzu. Hatta oldukça derinleri kazmak gerekir diye düşündü Çelebi dede. Fakat bu kazma işinin Anadolu’da bir ovada yahut tepede yapılmasıyla, dünyanın en büyük metropollerinden birinde yapılması arasında tarif edilemez derecede bir zorluk farkı vardı.
-offff!!
Çelebi dede, araştırdıkça daha da büyük bir çıkmazın içine girdiğinin farkındaydı artık. Zira kendisini dünyanın en zor sorusunu sormuş gibi hissediyordu. Çünkü araştırma genişledikçe bu şehrin tarihinin en az insanlık tarihi kadar eskiye uzandığı adım adım ortaya çıkıyordu. Özellikle şehrin arkeolojisiyle ilgili yapılan çalışmaların yetersizliği bir yandan bu işi barındırdığı gizemler açısından çok daha heyecanlı bir hale getiriyordu. Fakat bir yandan da tüm dünya tarihi açısından böylesine önem arz eden bir meseleye dair bu kadar az bilginin olması işini oldukça zorlaştırıyordu.
”Afrika” diye düşündü Çelebi dede. İnsanın geldiği yer orası olmalı. Fakat ”gel de bunu Barış’a anlat” diye düşündü hemen sonra. Tarih öncesine ait bilgiler bu şehrin yaşını öğrenmek açısından çok önemliydi fakat bu kadarı Barış’a fazla gelebilirdi. O sırada bunun tıpkı bir insanın yaşını hesaplamaya benzediğini fark etti. Zira bir insan yaşı doğduğu ana göre hesap edilirdi. Fakat bir başka görüş de, insanın yaşını ana rahmine düştüğü ilk ana göre hesap edebilirdi. Ya da anne karnındaki özel bir evreyi başlangıç kabul edenler de olabilirdi. Fakat tüm bunlardan bağımsız, bebeklik ve ilk çocukluk gibi bilincin henüz tam olarak oluşmadığı evreleri saymayanlar da olabilirdi. Hatta yaşamın bir döngüsü olduğuna inananlar kişinin yalnızca bu hayatını değil, var olduğunu iddia ettikleri önceki hayatlarını da hesap edebilirlerdi.
Canı sıkılmıştı Çelebi dedenin, zira başladığı noktaya dönmüş gibi hissediyordu kendisini. Evet, ”İstanbul kaç yaşında” çok güzel bir soruydu. Fakat ”Hangi İstanbul(tarihteki diğer isimleri de kastedilerek?”, ”Tarihöncesi de dahil mi?” ya da ”Jeolojik olarak mı?” gibi işi oldukça karışık bir hale getiren başka sorular da doğuruyordu. Fakat bu iç karartıcı yaklaşımın hemen ardından Barış’ın gözlerindeki heyecanı hatırladı ve kendisinden adeta utandı Çelebi dede. Vazgeçmek yoktu. İşin ucu Afrika’ya dahi uzansa, yine de peşinden gidecek ve bu soruya belki de daha önce hiçkimsenin veremediği kadar güzel bir cevap verecekti.

Devam edecek…

 

Oğuz Sarıtepe

Özgür köşenin bağımsız yazarları

Bizi Facebook adresimizden takip edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.