Baldırıçıplak’tan Napoleon’a Bir Taşın Öyküsü

Yerebatan Sarnıcı; Yerin Altındaki Saray
Ocak 14, 2022
İstanbul Semtlerinin İsim Hikayeleri ; Beşiktaş , Üsküdar.
Ocak 14, 2022

Baldırıçıplak’tan Napoleon’a Bir Taşın Öyküsü

“BALDIRIÇIPLAK” TAN NAPOLEON’A BİR TAŞIN ÖYKÜSÜ…

Kaşıkçı Elması

Merhaba,
Arkeoloji müzesindeki İskender Büstünden sonra, Topkapı Sarayında gezerken beni en çok başında tutan bir şaheserden söz etmek istiyorum  bugün, “KAŞIKÇI ELMASI”ndan… Bu konuda pek yalnız olduğumu da zannetmiyorum, zira genelde parlak nesneler insan ya da hayvan (balkonda beslediğim kargalar bile zaman zaman bana süslü bir tokayı, ya da parlak her hangi bir şeyi armağan diye getirip atarlardı. Belki de gagalarından düşürürlerdi, bilmiyorum. ) yaşayanların ilgisini çekiyor. Hele de eşi benzeri olmayan güzellikte ve ihtişamda bir mücevher ise, elbette bu ilgiyi çoktan hak etmiştir. 
Kaşıkçı Elması da işte bu şaheserlerden biri  olduğundandır ki bu kadar ilgi görüyor. Zaten ne zaman gitseniz onun başında yoğun bir kalabalığı mutlaka fark edersiniz. Günlerdir bu değerli taş hakkında farklı yerlerden farklı yazıları okuyorum. İki-üç temelde birleşilen özellikte yazılar genellikle. Hepsinde ortak olan iki yan var, biri bir çöplük, diğeri de daha akla yakın bir Napoleon hikayesi… İkisinden de az-biraz söz etmek lazım sanırım, kim neyi isterse onu seçip inansın. “İnansın” diyorum zira burda da netlikle “bilmek” gibi bir lüksümüz olamıyor. Gerçeğini bilmeyi herkes kadar ben de isterdim elbette. Söylencelerden ve birazı da yaşanmışlıklardan hareketle geldiğimiz yer ancak bu kadarı. Belki de böyle olması daha hoş, bize de üstünde düşünecek, hayal edecek bir şeyler kalmış oluyor.

Kaşıkçı Elması Hikayesi

Kaşıkçı Elmasının Çöplükte Bulunması

1600’lü yılların sonlarına bir yolculuk yapmaya ne dersiniz? Nereye mi?; Arnavut kaldırımlı İstanbul sokaklarına… Suriçi’nin en batı tarafında bulunan kadim Eğrikapı semtine doğru. O zamanlarda da, aynen günümüzde olduğu gibi şehri arşınlayan ve işe yarar gördükleri şeyleri toplayan toplayıcıları görüyoruz. Adlarına da “baldırıçıplak” ya da “arayıcı esnafı” deniyor o zamanlarda. (Baldırıçıplak deyimini ilk dedemden duymuştum, yoksulluk anlamında kullanıyordu genelde. Onun her deyimi Selânik kökenli olduğundan oraya has zannediyordum ne yalan söyleyim. Meğer istanbul ağzıymış.) Bu kişiler mahallelinin attığı kıyafet, çanak, çömlek, eski eşya artık o gün nasibinde ne varsa onları alıyorlar. Bunu aklına estiği gibi yapamıyorlar elbette. Her bölgenin, her semt ve mahallenin ayrı bir toplayıcısı var. Senenin başında Kadı tarafından atanıp topladığı çöpe göre vergi ödeyen kişiler bunlar. Bulduklarıysa kendine kalıp, hayatlarını da bunları satarak kazanıyorlar…
Dördüncü Murad zamanında bir sabah, Yüce Osmanlı hükümdarının sıradan kulu olan bir baldırıçıplak, başına geleceklerden habersiz, mahalledeki çöp toplama işine dalar. Her gün olduğu gibi Kadırga, Suriçi ve Eğrikapı’ya uğrayıp çöpleri alacak ve deniz kenarına inerek eşyaları yıkayıp, üçe beşe bakmadan kaça olursa satacaktır. Amacına da ulaşır. Sahilde-aslında Tekfur Sarayının bahçesindeki çöplerin içinde-, çamurlu bir halde bir takım eşyalar bulur. Bunlardan biri de yuvarlak ve düzgün şeklinden dolayı aldığı bir taştır. Taşı alıp, “oymacı” diye tabir edilen kaşıkçıya götürüp ona üç tahta kaşık karşılığında satar.-bazen iki de yazılıyor- … (İsmi de buradan gelir bazılarına göre, ama sanırım ilgisi yok, isim konusunda başka bir iddia daha var.) Nereden bilecekti ki biçare, o anda hayatının en büyük fırsatını kaçırdığının farkında değildir. Kurnaz kaşıkçı ise taşı hiç vakit kaybetmeden, komşusu olan kuyumcuya götürür. Üç tahta kaşığa aldığını on akçeye satıp kâra geçtiğini düşünür elbette. Kuyumcu ise bir an evvel onca para saydığı taşın gerçekten sandığı gibi değerli olup olmadığını anlamak için diğer arkadaşlarına göstermek niyetindedir. Gösterdiği ilk arkadaşı ile senindi-benimdi kavgasına tutuşurlar, kavga o kadar büyür ki, işe kuyumcubaşı da dahil olur. Akıllıca bir iş yapıp iki tarafa da birer kese altın verip savuşturur. “Eh artık emin ellerde” diyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz. Kıymetliler kıymetlisi taş, artık kuyumcubaşının zimmetindedir. Ama öyle değildi tabii ki, serüven devam ediyor. Bu durum “Saray-ı Hümayun”çevrelerinde de konuşulmuş olacak ki, Osmanlı’nın en güçlü sadrazamlarından Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa’nın kulağına da gider. Paşa hem çok kültürlü, hem de zeki bir adamdır. Anında duruma el koyup, Hatt-ı Hümayun’la elması Osmanlı Devleti’nin malı haline getiriverir. Elden ele gezen taş, hemen sarayın elmas tıraşçısına verilip işlenmesi sağlanır. Sonunda ortaya çıkan Topkapı Sarayı’nın en kıymetli parçalarından 86 karatlık Kaşıkçı Elması mucizesidir. Sonradan etrafına çift sıra pırlanta da eklenerek daha da görkemli görünmesi sağlanmış olur. Dünyanın tescilli 22 en önemli taşından biridir o artık…
Evet ilki bu şekilde üç aşağı-beş yukarı benzer bir hikayeler dizisi, ama sözünü etmemiz gereken diğer bir söylence daha var , sadece bununla ilgili değil söylenenler. Ona da kısaca bakarsak;
1774’te Pigot adlı bir Fransız subayı, bu elması Hindistan’ın Madaras Mihracesi’nden alıp ülkesine götürür. Bir zaman sonra tekrar satışa çıkarılan elması Napoleon’un annesi mücevherlerinin arasına katar ve uzun süre severek ve uğuruna inanarak göğsünde taşır. Ne var ki, Napoleon sürgüne gönderildiğinde oğlunu kurtarabilmek için elması elinden çıkarmaya karar verir. (Beni ilgilendiren aslında hikâyenin bu anne yanı sanrım. Bir mücevherin, bir annenin evlat sevgisi yanında ne önemi olabilir ki? Bir de akla mantığa daha yakın geliyor elmas yapısını düşününce, Hindistan falan, eski karalar işin içine girince…) İşte tam da o zamanlarda, Fransa’da bulunan Tepedelenli Ali Paşa’nın bir adamı, 150 bin altın ödeyerek elması alıp paşaya getirir. Sultan II. Mahmud zamanında Tepedelenli Ali Paşa, devlete karşı ayaklandığı için öldürülünce de bilindiği gibi varlıklarına el konulup, nesi var nesi yoksa hazineye devredilir. Böylece de Napoleon’un annesinden satın alınan “Kaşıkçı Elması” Osmanlı Hazinesi’ne girmiş olur. Zaten elmasın çevresini  süsleyen 49 adet çift sıra pırlantayı dizdirenin de II. Mahmut olduğu söylenir. Adı da varolan şekli nden geliyor aslında pek çok yazara göre. Ovaldir ve bir kaşığa benzer.
Bu haliyle yıldızların ortasında pırıl pırıl parlayarak gökyüzünü aydınlatan dolunayı andırır. Bir sanat tarihçisinin dediği gibi, yazarın bu konudaki benzetmesini yazmaya çalışırsak; “ 49 pırlantanın ortasındaki kendine özgü erişilmez boyutu ve gözkamaştırıcı parlaklığı ile yıldızlar ortasındaki bir Ağustos dolunayının görkemini çağrıştırıyor.” Gerçekten de öyle ki gözle sürekli olarak bakılamıyor…

Kaşıkçı Elması’nın Değeri

Elmas dedik durduk, biraz da elmas hakkında mı konuşsak?
*Elmas yerkabuğunun 150-200 Km. altında oluşuyor. Kolay mı peki bu? Hiç değil. 2400 derecelik bir ısı ve 50.000 atmosfer basınçtan söz ediyoruz. Bu çok fazla bir etki; Şöyle düşünün bu öyle bir basınç ki , hani o bildiğimiz Eiffel Kulesinin sadece 12 santimetrekarelik bir alana uyguladığı basınç kadar. Bu dev basınç olduğunda ancak bildiğimiz Grafit (-karbon-kömür ) yapısı  elmasa dönüşebiliyor. Sonrasında volkanik kaya türleri olan Kimberlit ve Lamproitlerle de yüzeye yakın taşınabiliyor. Mücevher sanayiinde milyonlarca yıllık elmasları işliyorlar…
*En sert element ve değerli taşların en basit formülü olanı, her elmasın karakteristiği de farklı.
*Bir karat 0.2 Gr.dır ve bir karat elmas için 250 ton cevher işlenmesi gerekir. ( karat eskiden alışverişte kullanılan bir keçiboynuzu çekirdeği ölçüsüdür) Çıkarılan elmasın ancak yüzde yirmisi mücevher yapımına uygundur. Bunun için de 100 milyon yıllık elmaslar kullanılıyor.
*Her elmas sanıldığı gibi beyaz değil, Fancies denilen renkli elmaslar da mevcut.
*Astronomlar uzay boşluğunda trilyonlarca olduğunu düşündükleri elmas kristallerinin sönen yıldızların patlamasından ortaya çıktığını söylüyorlar.
*Kudret-dayanıklılık-masumiyet ve saflık sembolü olan elmasların sağlığı koruduğu da söylenir.
*Ruhu ve sağlığı kuvvetlendiren ve koruyan elmasın aşkı da koruduğu söylenir yıllar yıllar öncesinden… Bu yüzden kadınlar aşklarına nazar değmesin diye armağan ederlermiş erkeklerine. Ne deyim, iyi ki o zamanlarda yaşamamışız. Aşkı bile paraya endekslemek çok acı. Şimdi farklı mı? Değil maalesef. Tersine dönmüş olarak yaşıyoruz, belki de değişen bir şey yok. Erkekler kadına alıyorlar. Anısal değeri olsun diye alınsa her zaman keşke, ama ben çıkarma ve işlenme koşullarını da düşününce hiç almamaktan yanayım. İnsan kendi değeri ile parlamalı, taktığı ile değil. Neyse…
Evet, ne diyelim, sahip olduklarımızın kıymetini iyi bilelim. Kim bilebilir ki, belki de biraz çaba ve emekle elimizin altında görkemli bir servet yattığını fark edebiliriz. Her zaman söylendiği gibi “Biçim özden sonra gelir, önemli olan özdür” ancak; Aynı öze sahip iki karbonun biri kömür diğeri elmas ise bunda içselliğin yanında dış etkilerin de önemi olduğunu unutmamak lazım sanırım, haksız mıyım? Neyse, en büyük servetimiz hayatımız ve kişiliğimiz aslında, onu kaybettikten sonra hiç bir şeyin anlamı kalmıyor, önce kendi kıymetimizi bilelim, sonra da sevdiklerimizin…
Hoşçakalın…

İstanbul’a Seyahat

Eşsiz bir kültür turizmi yaşamak, tarihin bambaşka köşelerinde gezinmek, tatilinize tarifsiz güzellikler katmak için, seyahat planlarınızı İstanbul’a yapın.

sehrinhikayesi@gmail.com

Suna TEPE

Bizi Facebook adresimizden takip edin

 

 

Comments are closed.