Sirk
Şubat 11, 2020
K&B
Şubat 11, 2020

Kuyruk Acısı

Kuyruk Acısı

İlk gün hiçbir şey olmadı. Uzaktan seslenebildik yalnızca birbirimize ve anlaşamadığımız kesindi. Benim ona karşı beslediğim hisler malumdu fakat onunkiler değildi. Daha çok bir tehdit gibi algılandığımı hissettim ve uzak tutulmaya çalışıldığım izlenimine kapıldım. Hiçbir çağrıma cevap, çağrı tonlarım gibi yumuşak olmadı. Düşman değilsek bile bir husumet var gibiydi aramızda. Yine de karnının aç olduğunu biliyordum, zaten bir deri bir kemikti. Ürkekliği sebebine kalabalığa karışıp kendini acındıramıyordu bile. Ya da belki de sırf gurur sebebine karışmıyordu kalabalığa. Bu daha onunla ilk karşılaşmamızdı ve daha fazlasını söylemek için erkendi. Yine de ondan hoşlandım. Bana benziyordu bir parça. Mesafe tanımaksızın duygularını dışa vuruyor ve her ne diyorsa tekrara düşmekten korkmaksızın üzerine basa basa söylüyordu.
İkinci gün başlangıcı sabahın köründe yaptık. Yine aç olduğunu biliyordum fakat yine gelmeyecekti emindim. Bu sefer biraz daha yakınına gidip hem tepkisinin artıp artmadığını ölçmeye hem de dünküne oranla bir adım dahi olsa yakınlaşma sağlamaya çalıştım. Bunda başarılı oldum diyemem, çünkü ben ilerledikçe o geriledi ve mesafeyi korudu sürekli. Hattâ onun olduğunu anladığım bir alana girdiğimde tepkisini iyice arttırdı fakat yine de müdahaleye kalkışmadı. Sahiden doğası gereği fazla mı ürkekti yoksa karşısında durup ona gülümseyen iki ayaklı tür ile henüz bilmediğim hoş olmayan bir anısı mı vardı? Muamma…
Aynı gün öğleden sonra tekrar yakınlaşmayı denedim fakat bu sefer sabahtan yapacaklarıma tecrübeliydi ki daha birkaç adımımda gidebileceği en uzak noktaya gitti. Henüz çok erken olduğunu bildiğimden ısrarcı olmadım ve yemeğini sabah bıraktığım noktadan biraz daha yakınına bıraktım. Bunu yaparken onun alanı içindeydim fakat daha şimdiden tepkisi azalmıştı bile. Bu sefer çok uzatmadan geriledim ve ben geriledikçe o gelecek diye umdum. Acele etmedi tabi, ben de biraz daha geriledim. Birkaç adım attı tereddütle, biraz daha geriledim. Ben geriledikçe o ilerlemeye başladı ürkerek ve aramızdaki mesafeyi hiç kısaltmayarak adım adım yemeğine yaklaştı. Sonunda benim mesafeyi kısaltmadığıma emin olunca sıklıkla beni gözleyerek yemeye başladı. Sabah dünküne göre daha az tereddütle yemeye başlamıştı, öğleden sonra ise sabaha göre daha azdı tereddütü.
Ertesi gün tanışmamızın üçüncü günüydü artık ve henüz iki günlük bir hadiseyi rutinleşmiş kabul ediyor olacaktı ki beni görünce sesli tepki vermedi. Sadece kuyruğunda ilk iki günde olmayan bir hareketlilik oluştu. Mesafeye hâlâ dikkat ediyordu fakat sesli tepkisi oldukça azalmıştı. Fazla üstelemeden yemeğini bırakıp uzaklaştım. Bu sefer çabucak koklayarak ve neredeyse hiç tereddüt etmeyerek yedi. Benim yüzümde de genişçe bir gülümseme oluştu bu sırada. Sık sık dışarı çıkıp kendimi ona gösterdim o gün ve bir yandan da beni merak edip yakınlaşma girişiminde bulunuyor mu diye gözlemledim. Tahmin ettiğim gibi beni merak ediyordu. Hemen her dışarı çıkışımda kapının yakınlarında buldum onu. Ben kapıda görür görmez panikle uzaklaşıyor olsa da bir korkudan çok çekince durumuydu bu.
Dördüncü gün sabah ona görünmeden girdim içeriye. Beni beklediğini biliyordum. Fakat artık rutine dönüştüğünü düşündüğü sıralamanın aksamasına tepkisini merak ettim. Beni görmeyeceğini bildiğim bir noktadan onu izledim. Önceki günlerde yemeğini bıraktığım noktalara yaklaşıp etrafı kokladı. Hattâ kendi alanından oldukça uzaklaşarak ilk üç sabah geldiğim yolda ilerledi ve sokağın başına kadar gitti. Büyüleyiciydi gerçekten. Çünkü açlık falan değildi mesele. Beni arıyordu!
Öğleden sonra kapının iyice yakınında yatmakta iken sessizce yaklaştım ona ve yemeğini bu sefer kendi alanım içinde bir noktaya bıraktım. Beni görür görmez ayaklandı, kuyruğu hareketliydi fakat yemeğin bulunduğu noktaya tereddütle baktı. Benim gitmemi beklediği açıktı. Gitmedim tabi. Sırtımı ona ve yemeğe dönerek öylece durdum. Uzun sürmeyeceğine emindim. Sonra yemeğe fazla yakın olduğumu düşünerek birkaç adım uzaklaştım ve işe yaradı. Bu oyunu sevdiğini biliyordum. Ben uzaklaştıkça o yakınlaşmıştı yine. Sırtım dönük olmasına rağmen karşımdaki pencerede yansımasını görüyordum. Yemeğe değil sadece bana bakıyordu. Tepkilerini netleştirmesi için birkaç adım geriledim sonra ileri sonra geri ve her seferinde uyumla hareket etti. Bugün dördüncü gündü ve aramızda yalnızca birkaç metre vardı. Belli bir aralıktan sonra artık uzaklaşmadım. Mutlaka gelecekti.
Birkaç dakika sonra sesleri duydum ve ”afiyet olsun” diye fısıldadım…
Beşinci gün daha radikal bir adım atmaya karar verdim. Sabah yemek yoktu fakat öğlen çok seveceği ve çok uzaktan bile kokusunu alabileceği bir şeyler hazırlayarak kapının hemen yanına bıraktım. Kendim de bir sandalye çekip oturdum yemeğin yanına ve beklemeye başladım onu. Şayet bugünü başarıyla atlatabilirsem, yarın onu doğrudan ellerimle besleyebilecek hattâ belki de başını okşayabilecektim.
Bu sefer mesafe oyunu yoktu. Beni tanıyordu, bu ilk değildi ve yemek oradaydı. Onu istiyorsa ancak gelip burada, benim alanımda ve yanıbaşımda yiyecekti. Fakat tahminimden uzunca bir süre gelmedi. Hattâ yaklaşmadı bile. Yemek soğumuş, kokusu uçup gitmişti neredeyse. İşe yaramamıştı yaptığım. Acaba fazla mı erken davranmıştım? Birkaç adım uzaklaşsam mı diye düşündüm. Denemek gerekiyordu ve denedim. Önce umursamadı beni. Biraz daha uzaklaştım fakat yine etkisi olmadı. Artık ipler onun elindeydi sanki. Karar değiştirip içeri girdim ve girerken yemeği dışarıda bıraktım. Hemen ikinci kata çıkıp olacakları izlemeye koyuldum. Hâlâ tereddüt ediyordu fakat bu sefer uzun sürmedi bu tereddüt. Olması gerektiğinden daha hızlı bir şekilde yemeğe yaklaştı ve hemen yumuldu. Kısa sürede silip süpürdü her şeyi. Her ne kadar bugünü onun hanesine yazsakta direnci hoşuma gitmişti.
Tanışmamızın altıncı gününde sabah kapının yanına koydum yemeğini ve fazlaca oyalanmadan içeriye girip izlemeye başladım. O da oyalanmadan geldi ve yedi. Öğleden sonra da benzer bir şey oldu ve hattâ akşam da. En azından yemek yenecek nokta konusunda bir uzlaşma sağlanmıştı artık aramızda. Tabi ertesi gün için yine radikal bir adım atmak şarttı.
Yedinci gün sabah yemek vardı ben yoktum, öğleden sonra ben vardım yemek yoktu, akşam ise ikimiz yan yana kapının eşiğinde duruyorduk. Bu sefer taviz vermeyecektim. Şayet gelmezse yemekle birlikte girecektim içeri. Uzunca denebilecek bir süre bakıştık birbirimizle. Yemekle ilgilenmiyordu sanki, gözleri hep gözlerimdeydi. Sanki gerçekten güvenmek istiyordu bana fakat gerçekten içten içe yapmaması gerektiğini de biliyor gibiydi. Ne olmuştu acaba?
Yaklaşık 10 dakika böylece bakıştık ve sonunda birkaç adım yaklaştı. Ben kıpırdamadım. Sonra geriledi yine, oyunu hatırlatıyordu bana. Fakat bu defa öyle olmayacaktı. Birkaç dakika daha geçti ve benim hareketsizliğimi görünce biraz daha yaklaştı. Ancak birkaç metre vardı aramızda. Yemekten bir parça alıp ona doğru attım o sırada. Başta bundan da ürktü fakat farkına varınca hızla mideye indirdi. Sonra bir parça daha attım. Bunu yeni bir oyun sanarak o mesafeyi korudu ve kuyruk sallamaya başladı. Bu güzel bir gelişmeydi aslında fakat yetmemişti bana. Bugün bitmeden dokunmak istiyordum ona.Bir parça daha attım fakat bu sefer biraz daha yakına, sonra büyükçe bir parça daha ve daha da yakına…
Ve sonra Allah kahretsin ki gördüm kahrolasıca nedeni…Kulağında ve boynunda hattâ görebildiğim kadarı ile bacaklarında, iki ayaklı türle yaşanmış kötü anıların izleri vardı. Yediği her lokmada gözünü benden ayırmayışı bundandı. O an en duygu dolu hâlimle elimi uzatsam ona, bu el ona bir başka eli hatırlatabilir ve bu hatırladığı şey canını acıtan bir şey olmuş olabilirdi. Yapamadım bunu ona. Yaklaşmasın istedim bir daha sahiden de benim türüme. Yemeği olduğu gibi attım önüne ve içeri girdim.
Ertesi gün kapının önünde kuyruğunu çılgıncasına sallayarak bekliyordu beni. Daha sekizinci günde. İnanılır gibi değildi. Fazla yaklaşmıyor, ani tepkilere ani tepkiler veriyor fakat gözlerinden anlaşıldığı kadarı ile korkmuyordu da. Yemeğini bekliyordu sadece. Onu bekletmemek için biraz acele ettim ve bu acele neticesinde çantamın içinden bir cetvel düştü yere. Göz göze geldik o anda. Deminki neşesi gitmişti. Korkuyordu şimdi, belliydi. Cetveli elime almam demek kaçması ve belki de bir daha gelmemesi demek olacaktı. Oldukça yavaş hareket ederek cetvelden uzaklaştım ve yemeğini kapının eşiğine bırakarak içeri girdim. Hızla yukarı çıkarak ne yapacağını izlemeye başladım. Yemeği boşvermiş cetveli izliyordu. Yaklaşıp kokladı, hırladı sonra, etrafında döndü. Yemekle ilgilenmedi bile. Sonra onu birkaç kararlı fakat ürkek deneme sonunda ağzına alıp koşmaya başladı. Ne yapacağını görmem lazımdı. Koşarak indim ben de aşağıya. Ona yetişmem çok zordu fakat elimden geleni yaparak ardından gittim.
Ve yaklaşık bir dakikalık bir yolculuk sonunda hayatımda gördüğüm en göz yaşartıcı sahneyi gördüm. Çıldırmışçasına yeri kazmakta olan bir köpek ve etrafta çokça başka önceden kazılmış olduğu belli olan ufak tepecikler. Boğazımda bir şey düğümlendi, yutkunamadım. Elim kravatıma gitti, gevşettim ve küçük dostumun o anki hâlini, yani cetvelimi toprağın altına gömerkenki telaşını, kafamın içine kalın çizgilerle çizdim.
22 Mayıs 2018

Oğuz SARITEPE

Özgür köşenin bağımsız kalemleri

Bizi Facebook adresimizden takip edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.