Zeytin Dalı Akımı; Düşünmeyi Yasaklayamazsınız

Fotoğrafların İstanbul’u 2
Şubat 12, 2020
İstanbul Kaç Yaşında (Bölüm 2)
Şubat 28, 2020

Zeytin Dalı Akımı; Düşünmeyi Yasaklayamazsınız

ZEYTİN DALI AKIMI

Bir gün bir ülkede hiçte normal olmayan bir sabaha uyandı ülke insanları. Ülkede ‘barış’ kelimesi yasaklanmıştı. Neden böyle olmuştu kimse anlamamıştı ve otorite tarafından da herhangi bir açıklama yapılmamıştı. Buna çok sinirlenen bir takım kimseler ellerinde ‘barışı yasaklayamazsınız’ yazılı gayet kibar pankartlarıyla meydanlara doluşmuşlardı. Gitgide büyüyen kalabalık önce ciddiye alınmamış fakat ardı arkası kesilmeyince otorite için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle dağıtılmıştı.
Ertesi gün yine toplanan kalabalık bu sefer daha sert söylemlerle direkt olarak otoriteyi suçlamış ve aldığı bu saçma karardan vazgeçmesi için ona sesini duyurmaya çalışmıştı. Fakat sonuç yine aynı olmuştu. Kalabalık dağıtılmıştı.
Bir ertesi gün yine aynı ve bir ertesi gün yine aynı…
Bunun bir sonu olmayacağını gören bazıları daha sert eylemler yapmak istiyorlardı fakat otoritenin de buna cevabı sert olacağından buna cesaret edemiyorlardı. Sonuçta otorite çok güçlüydü. Hem ‘barış’ta yalnızca bir kelimeydi. Varsın olmasın diye düşündüler kalabalıklar, ne olurdu yani?
‘Barış’ kelimesinin yasaklanışından ve yapılan eylemlerin yeterince etkili olamayışından sonra, yasak olduğu gibi kaldı ve başlangıçta bu yasağı saçma bulanlar dahi bu yasağı içine sindirdi.
Biri hariç…
O farklı bir şey yaptı; bir zeytin dalı dikti bahçesine, ışıl ışıl parlayan gözleriyle…
‘Ne demek zeytin dalı’ dedi hiddetle otorite. ‘Bunun halk arasındaki manasını bilmeyen mi var, bu alenen bir alay, hemen sökün o dalı oradan’ dedi. Çok kararlıydı.
Ertesi gün zeytin dalı adamın bahçesinden söküldü. Ama adam ertesi gün bir zeytin dalı daha dikti bahçesine fakat o da söküldü. Otorite geliyor, zeytin dalını hışımla söküyor, adam onlara gık bile demiyor, sonra onlar gidince yeni bir zeytin dalı dikiyordu.
Bir süre sonra bu olay tüm ülkece duyuldu. Otorite deliye dönmüştü. Evet, barış yasaktı. Fakat zeytin dalı değildi. Fakat zeytin dalı barışı çağrıştırıyordu. Fakat yalnızca ‘barış’ kelimesini kullanmak yasaktı, çağrıştırmak değil ki. Üstelik şimdi, ‘biz tutupta zeytin dalının barışı çağrıştırdığını ileri sürüp, çağrışım yapmayı yasaklarsak, aynı zamanda yüzbinlerce şeyi yasaklamış olacağız ve bunun takibini asla yapamayacağız’ diye düşündü otorite. O hâlde yapılacak tek bir şey vardı, o da zeytin dalı dikmeyi yasaklamaktı.
Ertesi gün zeytin dalı dikmek tüm ülkede yasaklandı. Ama adam bir türlü akıllanmıyordu. Bu seferde tuttu evinin duvarına kocaman bir zeytin dalı çizdi. Otorite iyice alay konusu olmuştu. Zamanla onun bu haklı ve akıllıca direnişine ortak olmak ve destek vermek isteyenler oldu. Onlarda evlerinin duvarlarına birer zeytin dalı çizdiler. Otorite küplere binmişti. Bunun bir an evvel önüne geçilmeliydi. Bu alenen bir isyandı ve isyan asla tahammül gösterilemeyecek bir suçtu.
Ertesi gün adam otorite güçlerince ‘halkı isyana teşvik’ten tutuklandı. Oysa ağzını bile açmamış, kimseye bir el işareti dahi yapmamıştı. Ne bir şahit vardı ne de bir ihbarcı. Otorite önüne geçemediği bu akıl dolu tepkiyi, yaratıcısını cezalandırarak bastırmaya çalışacaktı.
Halkın gözü önünde bir duruşma yapıldı. Adam otoriteye karşı halkı isyana teşvik etmekten uzun uzadıya yargılandı ve suçlu bulundu. Kendini savunup savunmayacağı sorulduğunda ağzından tek cümle çıktı; ‘Düşünmeyi yasaklayamazsınız!’.
O artık bir kahramandı. Onu halkın gözü önünde suçlu duruma düşürme fikri suya düşmüştü, çünkü o kendini savunmaya çalışmamış ve yapılan suçlamaları, verilen cezayı dinlememişti bile, tek söylediği onu kahraman yapacak güçteki cümlesiydi, çünkü bu cümleyi kendi adına değil tüm halk adına söylemişti.
Gel gelelim otorite çok güçlüydü. Onun halkın gözünde bir kahraman olarak cezalandırılmasını asla kabul edemezdi, muhakkak halkın gözünde de suçlu bulunması gerekiyordu. Fakat adam idealleri olan bir adamdı ve en önemlisi de akıllıydı. Kendi geleceğini ise zerrece düşünmemekteydi. Nasıl olacaktı da böyle bir insan halkın gözünde itibarsızlaşacaktı.
‘Rüşvet’ diye bir ışık yandı otoritenin aklında. ‘Para her kapıyı açar ve ideallerinde bir bedeli olabilir. Ona para vermeliyiz yahut başka herhangi değerli bir şey, en çok neyi önemsiyorsa onu mesela’. O bir tek cümleyi geri alıp suçunu kabul etmesi halinde ona tüm geleceğini kurtarma fırsatını vereceklerdi ve bu sayede hem onu etkisiz kılacak hem de otoritenin gücünü ve haklılığını tüm halka ispatlayacaklardı. Fakat olmadı. Adam onların ‘dünyalar’ teklifine aldırmadı bile. Yüzlerine bile bakmadı gelen elçilerin ve en çok neyi önemsediğini bir kez daha ispatladı onlara. Kendi kendine aynı cümleyi mırıldanıp durdu karşılarında. Sonunda dayanamayan elçiler küplere binip çıktılar yanından.
Otorite yeniden düşünmeye başladı. ‘Tehdit’ dedi içlerinden biri, ‘onu tehdit etmeliyiz, kendi canını kaybetmekten korkmuyor olsa bile illa ki kaybedecek bir şeyleri vardır bu adamın, hemen araştırıp bulalım ve onu kaybetmekten en çok korktuğu şeyle tehdit edelim. O da bir insan ve hiçbir insan için ideal denilen şey kendi canından yahut sevdiği birinin canından daha değerli olamaz’.
Bu fikir oy birliğiyle kabul edildi ve elçiler tekrar düştüler yola. Bu sefer ki heyet daha kalabalıktı, ona tüm yakınlarının resimlerinin içinde bulunduğu bir albüm gösterdiler ve eğer o tek cümleyi geri alıp, suçunu kabullenmezse bu albümdeki herkesin öldürüleceğini söylediler. Sahiden otorite bu kadar ileri gidebilir miydi bilinmez. Fakat adamın yüzü bile ekşimedi. Hani onları küçümser bir şekilde ‘sizi zavallılar’ dermiş gibi bile bakmadı. Karşısındakiler otoritenin en ağzı laf yapan ve söz sahibi insanlarıydılar fakat kurdukları tüm cümleler boşa gitmişti. Adamın yüzünde en ufak bir değişiklik olmamış, yalnızca onların duyabileceği garip bir mırıldanmayla aynı cümleyi tekrarlayıp durmuştu. Bu durum adamların iyice asabını bozdu ve terk ettiler orayı.
Başladılar yeniden düşünmeye. Tek çare onu öldürmekti. Fakat onu öldürmek demek aynı zamanda bir sürü ‘o’ doğurmak demekti. Bunu biliyorlardı. Geçmişte örnekleri vardı. ‘Onu öldürmeliyiz evet, fakat bu ölüm bambaşka bir ölüm olmalı, kimse ‘o’ olmak istememeli’ dedi otoritenin en yaşlı üyesi ve lideri. Aralarında uzun uzun konuştular ve onun için akıllara durgunluk verecek, tarihe geçecek bir aşamalı ölüm hazırladılar.
Ertesi gün ülkenin dört bir yanına afişler asıldı ve anonslar yapıldı. Bu olayı duymayan kalmamalıydı. Çığırtkanlar her yanda bağırıyorlardı; ‘Duyduk duymadık demeyin! Halk arasında ‘zeytin dalı akımı’ olarak adlandırılan akımın kurucusu olarak bilinen şahıs, yarın gündoğumuyla başlayacak ve eğer tümüne göğüs gerip, güç yetirip, biraz da şansı yaver giderse günbatımında hâlen bilinci yerinde iken asılmasıyla son bulacak işkencelerle dolu bir aşamalı ölümle cezalandırılacaktır. Tüm bu gösteri halka açıktır. Duyduk duymadık demeyin!’
Çığırtkanların sesleri onun küçük hücresine de geliyor fakat o tüm bunlara aldırmıyor kafasından özgürlüğe dair şiirler okuyordu. Arada bir kalkıp hücresinin duvarlarına yine bu duvarlardan dökülen küçük parçacıklarla, bazen de tırnaklarıyla mümkün olduğunca okunaklı bir şekilde ‘düşünmeyi yasaklayamazsınız!’ yazıyor ve altınada ufacık zeytin dalları çiziyordu.
Bütün gece huzur içinde uyudu. Otorite üyeleriyse sabahı zor ettiler. Hepsi olacakları merak ediyor ve bir an önce akşam olup olaylar son bulsun diye dua ediyorlardı. Adam huzurla uyuduktan sonra vakitlice uyandı. Hücresindeki küçük delikten gelen sesleri işitiyor, hazırlık yapıldığını ve kendisi hakkında konuşulduğunu duyuyordu. Konuşulanlar ve kendisi için yapılan onca hazırlık öyle komik geldi ki o sıra ona, hiçte aklında yokken bir türkü dolandı diline, yine bir özgürlük türküsü. Ve çığırtkanların sesi duyuldu birden. İşte başlıyorlardı.
Otorite temsilcilerinden biri sözü aldı ve çağrıların son bulmasıyla birlikte, kalabalığı azdıracak bir konuşma yapmaya başladı. Aslında halkın otorite yanlısı olup olmaması da önemli değildi, insanların birçoğu için bu sadece bir gösteriydi ve bunun sunuşunu yapacak olan kişi ağzından ne çıkarsa çıksın alkışı hak ediyordu.
Kalabalığın arasında elbet zeytin dalcılarda vardı ve bu akımın bugünden sonraki yeni temsilcileri, fakat onlar henüz suskundular. Olacakları onlarda merakla bekliyorlardı.
Yüksek bir sesle bazı borular öttü ve adam elleri arkasından bağlı bir vaziyette dışarı çıkarıldı. Kalabalığın tam ortasında bulunan ufakça bir yükseltiye kurulu yalancı sahneye doğru itile kakıla yürütüldü. Alkış kıyametti.
Otorite lideri karşısında, ona bir zavallıymış gibi bakarken, o yalnızca yüzüne vuran güneşten rahatsız ama yine de gülümsemekteydi. Lider sözü aldı ve ona sordu. ‘işte şimdi, bunca kalabalığın önünde sana adil olması açısından bir kez daha soruyorum, yaptıklarından pişman mısın? Sözlerini geri alıyor ve suçunu kabul ediyor musun?’
Adam güneşe rağmen, onun yükselmekte olduğu yöne doğru baktı ve hayatının bu insanların gözünde hiçbir anlam ifade etmediğini düşündü. Fakat tam o sırada babasının omuzlarından gösteriyi izleyen bir kız çocuğunun elinde bir yaprak gördü, bu bir zeytin yaprağıydı. Çocuğunun elindeki yaprağı fark eden baba hemen kızın elindeki yaprağı aldı ve sakladı. Bir anlığına adamla göz göze geldiler ve birbirlerini anladılar. Adam yüzündeki gülümsemeyi babanın gözlerinden dökülen iki damla yaşla arttırdı. İşte bir kez daha anlamıştı. Haklıydı!
Başını yumuşakça çevirdi lidere ve gayet sakince; ‘daha öncede söylemiştim, düşünmeyi yasaklayamazsınız!’ dedi. Bu cümle adeta sonun başlangıcı olmuştu.
Adam otorite yanlıları tarafından onlarca işkenceye maruz kaldı ve her birinin bitiminde kendisinden yalnızca cümleyi geri alması ve suçunu kabul etmesi istendi. Hatta liderin özel emriyle ileriki aşamalarda suçu kabul etmek istemiyor olsa bile yalnız cümleyi geri almasının da yeterli olabileceği söylendi. Hatta çok komiktir ki otorite görevlilerinden biri bir ara lidere ‘efendim aslında cümlede de bu kadar ısrarcı olmamız yanlış fikrimce’ diye serzenişte bulundu.
Adam sanki fiziksel acıların hiçbirini hissetmiyormuşçasına sessiz ve rahattı. İşkencelerin şiddetiyle yüzü kasılıyor, gözbebekleri büyüyor ve yaşarıyor, nefes nefese kalıyor yahut tir tir titriyordu fakat tek kelime etmiyordu. Bir ara görevlilerden biri bu suskunluğa dayanamayıp dilini kesmeye karar verdi fakat hemen durduruldu. Hâlâ onun ağzından çıkacak tek bir pişmanlık cümlesine muhtaçtılar. Aslında istedikleri olmuştu. Bir daha kimse ‘o’ olmak istemeyecekti. Fakat adam yapılan onca fiziksel işkenceye rağmen inatla istediklerini yapmıyor ve halkın gözünde tüm otoriteyi küçük düşürüyordu.
Halksa mutluydu. Aralarında elbet zeytin dalcılar da vardı ve onlar üzgündü ama onlar zaten kazara bir sirke falan da yolları düşse oralardaki en vahşi hayvanlara yaptırılan saçma şeylere de üzülüyorlardı. Önemli olan onların üzülmesi değildi bu yüzden. Onlar zaten iyi insanlardı. Önemli olan adına ‘halk’ denilen bu birbirinden bağımsız ama aynı bütünün içinde yer alan ve bunun bilincine rağmen bir parçasının maruz kaldığı bu elim duruma gülüp geçen kitlenin gerçekten de varoluşuydu.
Saatler günbatımına yaklaşıyordu artık. Çocuklu adam çoktan meydanı terk etmiş ve muhtemelen ağlamasına evinde duvarına çizdiği zeytin dalının önünde devam ediyordu. Oysa azgın kalabalık hâlâ azgınlığına devam ediyordu. Otorite yanlısı bu aptal kitle, hiç sıkılmadan üç gün üç gece daha bu işkenceler devam etse izleyecek potansiyeldeydi.
Lider sözü son kez aldı ve karşısında artık ancak yanındakilerin yardımıyla ayakta duran adama bakarak ‘sana son kez soruyorum’ dedi, ‘hâlâ geç değil, kurtulabilirsin, iyileşebilir ve önceki hayatına dönebilirsin’. Az sonra kulağına eğilip; ‘Bırak artık şu inadı, kimin için ölüyorsun, görmüyor musun sen onlar için bir eğlencesin’.
İşte bu zeytin dalı akımının kurucusu için en önemli cümleydi. Bir eğlence olmak! ‘Peki ya siz?’ diye düşündü zeytin dalı akımının kurucusu, ‘Ben yalnızca bir eğlenceyken, siz otorite temsilcileri kimlersiniz? Ne işe yararsınız? Niçin varsınız? Açıklar mısınız? İktidardan, güçten, hükümden ve saçma sapan yasalardan başka ne bilirsiniz, sorgusuz itaatten başka ne talebiniz var, sahi siz gerçekten ağız dolusu gülmeyi bilir misiniz? İşte siz ve aptal kitleniz karşımda ve neye güldüğünüzde ortada. Evet, siz bir kelimeyi yasakladınız, ben de buna karşın bir zeytin dalı diktim. Siz onu aldınız ben yenisini diktim, bu devam edince ben bu seferde bir zeytin dalı çizdim, sonra herkes birer zeytin dalı çizdi. Sizin isyan saydığınız bu zeytin dalları duvardan duvara birbirine uzandı ve yasakladığınız o yalnızca bir tek kelime koca bir akıma dönüştü. Siz mi kazandınız şimdi? Gülerim. Siz sadece bir kelime yasaklamanın yanında bir de insan bedeni alıyorsunuz şimdi o kadar. Fazlasını değil’.(kafa sesi)
Yüzü gözü kan, bedeni acı içinde olan adam son gücüyle gülümsedi ve;
-‘daha öncede söylemiştim, düşünmeyi yasaklayamazsınız!’ dedi.
Onun gücü tükenmekte olan bedeni azgın kalabalığın ve şaşkın otoritenin bakışları arasında asıldı. Lider ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Yorulmuştu. Diğerleri de öyle ve hatta azgın kalabalıkta. Bir saate kalmadan da dağıldılar.
Çocuklu adam ve daha yüzlercesi ertesi gün kilerlerine zeytin dalları taşıdılar. Şimdi zamanı değildi ama elbet zamanı gelecekti. ‘DÜŞÜNMEYİ YASAKLAYAMAZSINIZ!’.

Agnoskeptik

EYLÜL 2015
YENİDEN DÜZENLEME EYLÜL 2017

Özgün köşenin bağımsız kalemleri için lütfen tıklayınız

Bizi facebook sayfamızdan takip edin

Comments are closed.