Düşünen İnsan

Küresel Yokoluş
Ağustos 23, 2024
Değişim
Ağustos 23, 2024

Düşünen İnsan

Düşünen İnsan

Eski Yunan filozofu Aristoteles insanı “toplumsal hayvan” olarak tanımlarken Amerikalı filozof ve devlet adamı Benjamin Franklin ise insanı “simgesel araçlar kullanabilen bir canlı türü” olarak tanımlamıştır. Aristoteles insanı toplumsal bir hayvan olarak değerlendirirken, insanın hem hayvanlarla olan benzerliklerini hem de onlardan farklı yönlerini gösterme çabası içindedir. Benjamin Franklin ise simgesel araçların kullanımına dikkat çekmiş ve insanın kültürel evriminde simgesel araçların önemine değinmiştir.
İnsan, düşünebilen bir canlıydı. Araç yapabiliyordu ve yaptığı araçları geliştirebiliyordu. Yaşadığı çevreyi anlama düşüncesiyle başlayan bilim, yaşadığı çevreyi değiştirebilecek kadar ileri gitmişti. Peki, düşünen insan, araç yapabilen insan, yaptığı araçları geliştirebilen insan gerçekten üstün müydü? Esas olan sadece bilim mi yoksa bilimin nasıl kullanılması gerektiği mi? Atom bombasını yapan bilim adamı bu bombanın yarattığı etkileri gördükten sonra pişman olduğunu açıklamıştı. Bunu bilim için yaptığını fakat etkilerini gördükten sonra hiç yapmamış olmayı istediğini söylemişti. O halde bilimin bir felsefesi olmalıydı. Çünkü bilim, insanoğlunun hırsıyla bütünleştiğinde silah halini almıştı. İnsanoğlunun yaşamını kolaylaştırmak için kullanılması gereken bilim, insan hırsıyla doğayla çatıştırılmıştı. Sanayi gelişmiş, bu alanda araçlar yapılmış fakat bu gelişimin doğayı yok etmemesi için önlemler alınmamıştı. Daha fazla kâr hırsı taşıyan insanoğlu, fabrikalarına arıtma bacaları takmamıştı. Ve hala; Suların kirlenmemesi için arıtma sistemleri kurmamıştır. Ormanları yok etmiştir. Ozon tabakasını delmiştir. Dolayısıyla sistem insanoğlunun geleceği için değil şirketlerin geleceği için işlemiştir. Bilim, şirketlerin kâr etmesi için kullanılırken doğanın yok olmaması için kullanılmamıştır. Denilebilir ki; insanoğlu bilimi silahlar için kullanmıştır. Atom bombalarıyla, nükleer bombalarla gezegeninde sonunu hazırlayan silahlar üretmiştir. Kısaca bilim, insanoğlunun gelişimi için değil bir grup sermayenin tekelinde kâr amaçlı kullanılmıştır.
Son dönemlerde bilim adamları küresel ısınmayı ortaya koyarak insan ırkının yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağını söylemektedirler. Çünkü buzullar hızla erimektedir ve beş sene içerisinde deniz seviyesi altı metre artacaktır. Bu artış yaşam alanlarını yok edecek ve iklim değişikliklerinin yol açacağı sorunlar kitlesel ölümlere neden olacaktır. Oysa birçok şirket buzulların erimesini beklemektedir. Buzulların altında ise madenler vardır. Yeni deniz yolları ortaya çıkacaktır. Kıtalararası deniz ulaşımı daha kısalacak dolayısıyla şirketlere daha fazla kâr sağlayacaktır. Şirketler bu kâr beklentisi içinde milyonlarca insanın ölümüyle elbette ilgilenmemektedirler. Bilim adamları küresel ısınmaya karşı mücadele edilebileceğini söylüyorlar. Ama bilim bu şirketlerin tekelinde insanoğlunun kurtuluşu için değil kendi çıkarları için kullanılmaya devam ediyor…
Bugün Amerika ve Türkiye ‘’Kyoto Sözleşmesini’’ imzalamak istememektedir. Çünkü önemli olan insanların gelecekleri değil şirketlerin gelecekleridir. Çok değil bundan birkaç sene önce büyük bir deprem yaşadık. Binlerce insanımızı kaybettik ve bunu kaderle açıkladık. Düşünemeyen beyinler yaratan sistem suçlu değildi. Bilim adamları, mühendisler, mimarlar yetiştiremeyen eğitim sistemi suçlu değildi. Yapıları denetlemeyen devlet kurumları suçlu değildi. Tıpkı bugün deprem bilimcilerin yakında büyük bir deprem olacağını ısrarla söylemelerine rağmen önlem almayan devletin suçlu olmayacağı gibi. Yüz binlerce insanımız ölecek ve biz bu faciaya yine kader diyeceğiz. Bir iki mimar bulup suçlayarak, bugün depreme kulaklarını tıkayanları kurtaracağız. Susuzluk tehlikesine karşı en azından okullarımız için eksikse tamamlanması gereken su depolarından bahsettik ama ses alamadık. Susuzluk kapıya dayandığında okullarda çocuklarımız salgın hastalıklarla karşılaştığında bunun hesabını kim verecek bize? Sadece çiçekler için binlerce lirayı harcayanlar, kardeş ilçe diye yurtdışı gezilerine binlerce lira bütçe ayıranlar, bu ve benzeri sorunlara önlem almak için ne yapıyorlar? Bugün önlem almayanlar yarın su yok ne yapalım mı diyecekler? Her okulun bu konuda ciddi eksiklikleri var. Her ilçenin bu tehlikeye karşı bir alt yapı çalışmasına ihtiyacı var. Deprem için ne gibi hazırlıklara sahip ilçemiz? Neden ilçemizin olası bir deprem sonrası yapılması gerekenler için bir eğitim çalışması yok? Neden yerel bazda bu alanda çalışacak akut benzeri oluşumlar oluşturulmuyorlar? Deprem sonrası ilçemizin bir afet programı var mı? Varsa bu çalışmalar hakkında neden bilgilendirilmiyoruz? Susuzluğa karşı alınan tedbirler neler ? Zengin doğası için elit bir tabakanın ilgisini çeken ilçemizin doğal kaynakları ne derece ilçe halkımız için koruma altına alındı? Küresel ısınmanın getirisi susuzluk ve olası büyük Marmara depremi önümüzde iki büyük kitlesel ölümlere ve hastalıklara yol açabilecek tehditlerdir. Kamu amirlerimiz, siyasilerimiz en kısa zamanda bu soruların cevaplarını Beykoz halkıyla paylaşmalı gerekli çalışmaları yine ilçe halkıyla beraber yapmalıdırlar.
İnsanı diğer hayvanlardan ayıran özellikleri yine insanın kaderini belirleyecektir. Geleceği gören insan önlemlerini alabilecektir. Bilim insanı, bilime kulak veren insan gezegeni ve üzerinde yaşayan tüm canlıları kurtaracaktır. Peki, neyi bekliyoruz? Yaklaşan deprem için alınması gereken önlemler ortada. Susuzluk için alınması gereken önlemler ortada. Küresel ısınmaya neden olan çevre kirliğinin önlenmesi için yapılması gerekenler ortada. Suçlular ortada. Halen bu duruma sessiz kalan ve geleceğimizi hiçe sayanları uyarmak için neyi bekliyoruz? Bu öyle bir tehlike ki geri dönüşü olmayan bir felaket. Yok oluyoruz ve hala izliyoruz. Hangi ideolojik görüş kitlesel ölümlere yol açacak sorunlara sessiz kalabilir? Hangi inanç milyonlarca insanın ve diğer canlıların felaketi beklemesine sessiz kalabilir? Bizi diğer hayvanlardan ayıran geleceğe yön verebilme özelliklerimiz nerede? Yoksa yeni bir insan tanımı mı yapmalıyız?

Yazarımızın 2007-2009 gazete köşe yazılarından.

Yazarımızın diğer yazıları

Bağımsız kalemler sayfamızı ziyaret etmek için tıklayınız

Bizi Facebook adresimizden takip edin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir