Biz Aslında Kötü müyüz? İnsan Üzerinde Yapılan Deneyler

Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi
Ocak 17, 2021
Kumkapı’ya Oturan Gemi
Ocak 14, 2022

Biz Aslında Kötü müyüz? İnsan Üzerinde Yapılan Deneyler

İnsan Üzerinde Yapılan Deneyler

Stanford Hapishane Deneyi

Önce Stanford Hapishane Deneyi’ni öğrenmiştim. Hatta The Experiment(Deney) isimli 2010 yapımı bir filmini de izlemiştim sonrasında. Mevzu ilgimi çekmişti hâliyle. Kendimce araştırdım bu nedenle ve karşıma bir sürü ilginç deney daha çıktı. Fakat bazıları ilginç olmanın yanı sıra sahiden de anlamlıydı bana kalırsa.
Bu nedenle aralarından birkaçı favorim oldu ve onları özel olarak incelemeye başladım. Bir süre sonra ise aralarında ilginç birtakım bağlantılar olduğunu farkettim bu deneylerin. Bir kere şunu kabul etmemiz lazım ki bu deneylerin üçü de gerçekten başarılı deneylerdi ve hangi şartlar altında kim tarafından yapılırlarsa yapılsınlar her seferinde benzer sonuçlar veriyorlardı.
Misalen eline kamerayı alan ateşli gençlerin bir hevesle çektikleri ve ülkeden ülkeye hatta şehirden şehire bile sonuçları değişen öyle cacıktan deneyler değillerdi hiçbiri. Ciddi akademisyenlerce belirli bir tasarı sonucu oluşturulan ve uygulanan çok profesyonel deneylerdi.
Ne demiştim? Önce, o zamanlar Stanford Üniversitesi’nde Psikolog olan Philip Zimbardo ve ekibi tarafından tasarlanıp uygulanan hapishane deneyini öğrenmiş ve ilginç bulmuştum.

1971 yılında yapılmıştı bu deney ve 2 hafta sürmesi planlanmıştı. 24 lisans öğrencisi gardiyan ve mahkum rollerini oynamak üzere seçilmişler ve deney başlamıştı. Üstelik her şey çok gerçekti. En küçük detaya kadar düşünülmüştü. Öyle ki mahkumlar sanki sahiden suç işlemişler gibi sabahın köründe evlerine yapılan polis baskını ile gözaltına alınmış, tüm doğal prosedür olduğu gibi uygulanmıştı.
Belki de bu aşırı gerçekçilik nedeniyle olacak ki beklenenden de kısa bir sürede gardiyanlar gardiyanlığa, mahkumlarsa mahkumluğa kendilerini fazlaca kaptırınca hatta bizzat hapishane müdürü rolündeki Bay Philip’te bu kervana katılınca deney sona erdirilmiş ve oldukça şaşırtıcı sonuçlar alınmıştı. En önemlisi de bunun bir deney olduğunun bilinmesine rağmen böyle sonuçlar alınmasıydı. Kimin mahkum olacağı kimin gardiyan olacağı deneyi hazırlayanlar tarafından belirlenmiş ve daha ilk andan itibaren iki gruba da oynayacakları rol üzerinden komutlar verilmişti.
Fakat tekrar ediyorum ki bu deneye katılan herkes bunun bir deney olduğunun bilincindeydi ve sınırlar en başından çizilerek tüm öğrencilere açıklanmıştı. Buna rağmen gardiyan rolündeki öğrenciler sadist eğilimler göstermiş, mahkum rolündeki öğrenciler ise başlangıçta asi tavırlar sergileselerde gardiyanların sadist eğilimleri karşısında gittikçe pasifleşmişlerdi. Sanıyorum bu sonuçlar yeterli görüldüğünden ve öğrenciler üzerinde olası bir kalıcı hasara yol açacak eğilimlerde oluşmaya başladığından deney ancak hesaplanan sürenin yarısı kadar sürdürülebilmiştir.
Gerçekten ilginç değil mi? Tamamen hayal ürünü bir senaryo, üstelikte öyle kara cahil insanlar tarafından değil lisans öğrencilerinden oluşan iki grup tarafından ciddi akademisyenlerin gözetiminde ve kontrolünde oynanıyor fakat yine de insan aklı bu apaçık gerçeği hızla bir kenara iterek ilkel ve oldukça aşırı tepkiler veriyor. Tıpkı Bay Stanley Milgram’ın deneyinde olduğu gibi.

Stanley Milgram’ın Deneyi

Milgram deneyi olarak bilinen bu deney 1961 yılında gerçekleştirilmiştir. Bir Nazi askerinin savaştan yıllar sonra yakalanıpta yargılanırken ”ben yalnızca bana verilen emirleri uyguladım” diyerek kendini haklı çıkarma çabasından yola çıkılarak tasarlanmıştır. Ayrıca Bay Zimbardo ve Bay Milgram eski fakülte arkadaşıdırlar. On sene arayla böyle şaşırtıcı deneylere imza atmalarıda bir hayli ilginç…
Gelelim meselemize; bu Bay Milgram ikişerli ikişerli karşısına aldığı insanlara ”biriniz öğretmeni biriniz öğrenciyi oynayacaksınız” diyor. Fakat şöyle bir durum var ki, Stanford deneyinde olduğu gibi herkes olayın bilincinde değil çünkü tesadüfen seçildikleri ve görevlendirildikleri kısmında bir küçük hile var. Öğrenci konumundaki denek ekipten ve tamamen kendisinden istenileni yapmak üzere hazırlanmış, oysa öğretmen konumundaki denek tesadüfi bir seçim sonucu öğretmen olduğunu sanmakta ve karşısındakinin ekipten olduğunu bilmemekte. Bu Bay Milgram, güzelce her şeyi açıklıyor tıpkı Bay Zimbardo gibi.

Deneyin amacını, ”cezanın öğrenme üzerindeki etkisi” olarak belirtiyor ve öğretmenin öğrenciye bazı sorular soracağını, bu sorular karşılığında verilen her yanlış cevap için hazırlanan düzenek ile öğrenci rolündeki deneğe üstelikte her seferinde artan bir miktarla elektrik vereceğini söylüyor. Anlaşılmayan bir şey yok tabi, her şey gayet basit. Öğretmen rolündeki deneğin başında bir gözlemci duruyor ve öğrenci rolündeki deneğin verdiği tepkiler öğretmene dinletiliyor. Önce itirazlar sonra acı dolu çığlıklar ve ağlamalar sonra ise sessizlik. Bazı denekler deneyi sonlandırmak istediklerini söyleselerde, gözlemciler herhangi bir tehdit ya da baskı oluşturmadan sadece devam etmelerini söylediklerinde birçoğu devam etmeyi tercih ediyor.
Gerçekten ilginç değil mi? Nazi askerine hak vermemek mümkün müydü bu durumda? Demek ki herhangi bir psikolojik bozukluğu olmamasına rağmen hatta üzerinde herhangi bir baskı dahi olmamasına rağmen insanların büyük bir kısmı karşılarındaki insanın acı çekmesine göz yumabiliyor hatta bizzat onlara acı çektiren el dahi olabiliyorlardı kolaylıkla.

Solomon Asch Deneyi

Benzerliğinden söz edeceğim üçüncü deney daha da geçmişe götürüyor bizi. Yine bir psikolog olan dostumuz Bay Solomon Asch’in birkaç sene evvel yazmış olduğu çalışmaya dayanarak 1956 yılında hazırlamış olduğu deney diğerlerine göre oldukça basit fakat oldukça çarpıcı bir mesele hakkında. Deney özetle diğerlerinin tepkilerinin bizim tepkilerimiz üzerindeki etkilerini inceliyor. Tabi yine olayın bir kısmı gizlenmiş vaziyette.
Bu sefer denek olacak şahıs bir görüş testinde bulunduğunu sanıyor. Yanında birkaç kişi daha var ve bu sefer kendisi haricindeki herkes ekipten. Tabi bizim denek bunu bilmiyor. Karşılarına iki resim geliyor. Birinde tek bir çizgi var, diğerinde birbirinden farklı boyutlarda üç çizgi. Tüm deneklere tek çizginin bu üç çizgiden hangisiyle aynı boyutta olduğu soruluyor ve sırası ile cevap isteniyor. Bizim denek en son sırada. Kendisinden öncekilerin cevaplarını duyuyor ve hâllerini görüyor. Son derece basit olan bu soru karşısında ilk birkaç sefer herkes aynı doğru cevabı veriyor fakat birden bire ekipten olan diğer arkadaşlar bilinçli olarak aynı yanlış cevabı veriyorlar.
Bizim denek şaşkın tabi. Mutlaka bir yanlışlık olmalıdır diye düşünüyor muhakkak ve onların aksine doğru cevabı veriyor. Fakat diğer denekler kendilerinden oldukça emin bir şekilde sonraki sorulara da bilinçli olarak aynı yanlış cevabı verince bu sefer bizim denek her ne kadar gerçeği açıkça görüyor olsa da onlara uyarak aynı yanlış cevabı vermeye başlıyor. Bu test defalarca tekrarlanıyor tabi ve çok büyük bir yüzdeyle deneğin gruba uymasıyla sonuçlanıyor.

Biz aslında kötü müyüz?

Diğer iki deneye göre oldukça basit bir deney olsa da bana kalırsa hepsinin temeli aynı -zaten Bay Milgram’ın da bu deneyden etkilendiği söyleniyor-. Yanlış olduğu apaçık olan bir hadise muhatabı tarafından başlangıçta hafif bir dirençle reddedilse de kısa sürede kabulleniliyor ve yanlış uygulanmaya devam ediyor. Nazi askerinin şöyle söylediğini bir düşünün; ”İyi ama herkes aynı şeyi yapıyordu”. Nazi askeri o vakitler henüz yakalanmamıştı fakat Solomon Asch’in yakaladığı en önemli nokta buydu bence.
Stanford deneyinde de belki tek bir gardiyan olsaydı o kadar hızlı bir sadistleşme gözlenmeyecekti fakat gardiyanların bir grup oluşturması ve birbirlerinden yapılan yanlış konusunda destek almaları açık gerçeğe rağmen yanlışın uygulanışını kolaylaştırıyor hatta tabileştiriyordu. Milgram deneyinde ise kişide herhangi bir aşırılık, şiddete eğilimi ya da hastalık durumu olmasa dahi güç eline geçtiğinde bu gücü kötüye kullanmak ya da yanlış olduğu açıkça gözlenen bir durumu sonlandırmamak için herhangi bir adım atılmıyordu.
Her üç deneyde internette oldukça popüler ve aralarındaki bağlantıda şüphesiz ki benim keşfim değil. Fakat hadiselere farklı bir açıdan bakmak konusundaki tutkum bu üç deneyinde ”grup” paydasında toplanmasına yol açıyor. Kişi, yalnızken yanlışa düşmekte belki de sadece korkunun etkisiyle fakat mümkün olduğunca direnirken, grup içinde yanlışın boyutu ve sonucu her ne olursa olsun mutlaka gruba uyma eğilimi gösteriyor.
Yalnızca çok azı büyük bir direnç ve hatta karşı çıkışla doğru tepkileri vermekte ısrar ediyor fakat hiçbir testte baskı uygulanmadığını da hatırlamamız gerekir bu noktada. Zira gerçekte yaşanan bir hadisede durumu isteğe bağlı sonlandırma imkânımız olmuyor maalesef ve güçlü hatta tehlikeli bir yanlış karşısında -tarihte örnekleri olduğu üzere- takınacağımız birtakım doğru, haklı ve insani tavırlar bazı durumlarda bizim ya da değer verdiklerimizin hayatlarına dahi mâl olabiliyor.
Belki kısmen bu durum, insan psikolojisi açısından değerlendirildiğinde baskı ve tehlike olmadığındaki eğilime göre maruz görülebilir fakat nötr şartlar içinde hatta deneysel durumlarda kişilerin tamamı ile normal ve bilinçli oldukları hâllerde ve özellikle belirtmekte yarar var herhangi bir tehlike söz konusu değilken tek bir sonuç ortaya koyar bana kalırsa: ”Biz aslında kötüyüz”.

Oğuz Sarıtepe

Özgür köşenin bağımsız kalemleri için lütfen tıklayınız

Şehir İstanbul

Bizi Facebook Adresimizden Takip Edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.