Macera Nasıl Başladı? Antik Anadolu’ya Giriş.

İstanbul’un Su Kemerleri; İstanbul’a Su Nasıl Taşındı
Ocak 14, 2022
askeri müze mehter
Dünyanın En Eski Askeri Bandosu – Mozart ve Türk Marşı
Ocak 14, 2022

Macera Nasıl Başladı? Antik Anadolu’ya Giriş.

Macera Nasıl Başladı? Antik Anadolu’ya Giriş.

Macera nasıl mı başladı? Dilimiz döndüğünce anlatalım hadi…
Önceki yazılarda sıkça vurgulamışımdır yazının önemini, değinmediğim yazılar varsa da hata etmişimdir. Çok önemlidir yazı! En ilkel haliyle bile önemlidir. Taa o kayalara birebir boyutlarla doğanın resmedildiği ilk örneklerinden beri önemlidir.
Maceranın öncesi de mevcuttur tabi fakat uzun insanlık tarihi düşünüldüğünde yazının etkinleştiği ilk yüzyıllardan başalamak en doğrusudur. Bu nedenle M.Ö 5000’lere doğru gidiyoruz. Günümüzde Irak sınırları içerisinde yer alan ve Güney Mezopotamya diye adlandırılan(bu arada Mezopotamya bulunduğumuz coğrafyada sıkça kullanılan bir isimdir fakat ilköğretim yıllarımdan beri ne yazık ki eğitim ile ilişiğim olduğu hiçbir dönemde hakkı ile anlatıldığı kanısında değilim) bereketli topraklarda bir hareketlilik vardı. Sümerli çiftçiler bu bereketli topraklarda bol miktarda hasat toplayabiliyor ve bu sayede yerleşik hayat düzeninde sıkıntı çekmeden yaşayabiliyorlardı.
Yunanca’dan gelme bir isim olan Mezopotamya aslında daha çok bir açıklama manasındadır. Zira Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye verilen bu ismin Yunanca karşılığı ”iki nehir arasındaki toprak”tır.
Topraklarının yüksek verimi sayesinde uygarlık seviyeleri de hızla yükselen Sümerler, bölgedeki diğer insan topluluklarıyla alış-veriş,değiş-tokuş ya da diğer ilişkiler konusunda da öncü olmuşlardır.
Yeri geldikçe sonrasındaki tüm medeniyetlere etkileri ve tarih sahnesindeki önemi konusunda Sümer hakkında yazmaya devam edeceğim. Fakat şimdiki asıl meselemiz Anadolu!

Hititler

Savaşçı bir halktır Hititler ve geniş mücadele sahalarında Babil, Asur ve Antik Mısır halklarıyla sıklıkla münakaşaları olmuştur hâliyle. M.Ö 1450 ile M.Ö 1200 arasında en geniş sınırlarına ulaşmış ve ve neredeyse günümüz Türkiyesi’nin sınırlarına erişmişlerdir. Bu nedenle ülkemiz topraklarının altında çokça Hitit eseri yatmakta ve müzelerinde de birçokları sergilenmektedir. Fakat ne yazık ki güncel siyasetin bir eseri olarak ancak iki dünya savaşının kaosunun süslediği son yüzyılı ilgi çekici bulmakta ve daha öncesine maalesef ihtiyaç duymamaktayız. Oysa Anadolu demek öyle sadece güncel siyasetin sıkça kullanılan ifadesi ile stratejik öneme sahip bir coğrafi nokta demek değil, onun ötesinde bir medeniyetler yuvası da demektir. Toprağı her kazdığımızda karşılaştığımız o yüzlerce eserin sahipleri, Anadolu’da yüzlerce yıl yaşamış ve bizlere en başta dünyada benzeri olmayan büyük bir kültür hazinesi bırakmışlardır.
1906 yılında ülkemizde(Çorum-Hattuşaş’ta) 10.000 adet kil tablet bulunmuştur. Bu kil tabletler Hititlere aittir ve haklarındaki bilginin büyük kısmı da bu tabletler sayesinde edinilmiştir. Başlangıç olarak bir Bronz Çağı medeniyeti olan Hititler zamanla demiri bolca üreten ve belki de bu çağ değiştiren elementi ilk kez silah yapımında kullanan medeniyettir.

Savaşçı bir halk olduğunu başlangıçta belirttiğimiz Hititler, yukarıdaki kabartmada görülen iki askerini mızraklı ve kalkanlı işlemişlerdir. Nasıl ki günümüz dünyasının liderliğini ekonomik, teknolojik ya da silah gücüyle elinde bulunduran ülkeler varsa, tabletlerin anlattığı ve kabartmaların gösterdiği kadarıyla da Hititler, o zamanların gücünü özellikle silah yapımında kullandıkları demir ile elde etmişlerdi.
Şahsen yazının icadı konusundaki hassasiyetimin bir benzerini çağ değiştiren alet kullanımlarında da göstererek, tarih sahnesinde Hititleri ayrı bir yere koymaktayım. Çünkü biliyoruz ki geçen zamanın tümüne hâkim olamasakta ilerleyiş hızı ve yolu icada dayanan medeniyetlerin önemi kolaylıkla anlaşılmaktadır. Daha öncelerindeki süreçte ateşin, tekerleğin icadı, atın evcilleştirilmesi, barınma şartlarının değişmesi nasıl önemliyse sonrasındaki süreçte de coğrafi keşifler, din faktörü ve ilk ciddi bilimsel hamleler öyle önemlidir. Yakın geçmişimiz açısından düşünüldüğünde ise mesela ”mikrobun keşfi” bana kalırsa tarihin akışını insanın lehine çeviren en önemli etkenlerden biridir.
İşte tüm bunların sebebi olan atalarımızın, şimdilerde pek çoğu toprak altında kalan ya da maalesef artık okuyucusu bile zorlukla bulunan dillerde yazılmış örnekleri, ancak dünyanın sayılı kütüphanelerinde bulunan eserleri sessizce tarafımızdan yeniden keşfedilmeyi bekliyorlar.
Tarihler, isimler, yapılar ya da tüm diğer eserler teker teker anlatılmayı elbette hak ediyorlar fakat bana kalırsa önecelikle bu işin mantık ve matematik yoluyla bireylerin kafasında izahı önemlidir. Aletin, ateşin, yazının, demirin ya da mikrobun keşfi hangi mantık ve matematikle açıklanabilir? Önce bunları düşünmeli ve tarihin neden başka bir şekilde değil de bu şekilde ilerlediğini, tüm bu gelişmelerin mantık ve matematiğiyle evvela kendimize açıklamalıyız. Bol düşünceleriniz olsun efendim…

Oğuz Sarıtepe

Blog

Bizi Facebook Adresimizden Takip Edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.