Antar-K-Tika
Şubat 11, 2020
Cemil Cem ile Yaşayan Sokak
Şubat 11, 2020

Mavi Gözlü Çocuk

MAVİ GÖZLÜ ÇOCUK

Ne oldu bilmiyorum. Birden gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Koca adam ağlar mı bakışlarına daha fazla tahammül edemeyerek kimsenin göremeyeceği bir yer aradım. İşte orası. İki yüksek binanın arasındaki dar ve karanlık boşluk.
Kendimi oraya atar atmaz deminden beri tuttuğum hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Uzun zamandır böyle özgürce ağlamamıştım. Alınmıştı gözyaşlarım bile ellerimden.
O çocuk yanıma yaklaşıp, o kocaman mavi gözleriyle bana baktı. Hiçbir şey söylemedi. Ama söyleyecekti. Belliydi. Biliyordum bir şey söyleyeceğini. Dayanamadım. O gözleri görür görmez ağlamaya başladım. Tıpkı geçen akşam televizyonun karşısında donup kalmam gibi. Garip. Öyle garip ki kendime geldiğimde yayın çoktan durmuştu. O cızırtılı ses ve üzerinde küçük karecikler ve bir saat bulunan o kocaman küre vardı ekranda. Gecenin bir vakti TRT izlerken dalıp gitmiştim ve kendime geldiğimde neden öyle dalıp gittiğimi bile hatırlayamıyordum.
Daha öncede böyle şeyler oluyordu bana. Ama çok önceleri. Henüz okula bile gitmediğim zamanlarda. Birden bire nedenini bilmediğim bir duygu yoğunluğu oluyordu. Bazen ağlamaya başlıyor bazense dalıp gidiyordum. O sıralar beni bu durumla ilgili psikoloğa da götürmüşlerdi. Hatta başka bazı gereksiz yerlere de götürüldüm. Kimi zaman bir oyun farz ettim bu götürülüşlerimi, kimi zamansa korktum ve gitmek istemediğim için zorla götürüldüm.
Yoksa yeniden mi yaşayacaktım aynı şeyleri. Gördüklerim sadece bir çift gözdü. Masmavi, kocaman, çocuksu ve tehlikesiz. Yaşadıklarımdan haberi olmayan masum bir çocuğun, masum gözleri. Onları suçlayamazdım. Onlara kızamazdım. O gözler masumdu. Suçlusu yoktu bu işin. Bunları düşünmemeliydim. Artık geçmişti. Unutmuştum her şeyi. Yeniden yaşamanın hiçbir yararı yoktu. Niye şimdi durup dururken başladı yine? Niye donup kalmaya ya da sebepsiz yere ağlamaya başladım yeniden?
Ağlıyordum. Kendimi durduramıyordum üstelik. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Yere kapaklandım. Ellerimi asfalta yapıştırdım, sonra da yüzümü. Secde ettim. Onunla pazarlık etmek ister gibi bir hâlim vardı. Yalvardım. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Ama çok yalvardım. Sonra sustum. Ağlamam durdu. Ayağa kalktım. Gökyüzüne bakıp teşekkür ettim.
Çantam hemen arkamda bıraktığım yerde duruyordu. Üstüme başıma çeki düzen verip caddeye çıktım. Sert esen rüzgâr yüzüme vurur vurmaz bir kat daha geldim kendime. Artık iyice rahatlamış olarak yürümeye başladım. Caddenin köşesinde atıştırmalık için bir büfe vardı. Oraya yöneldim. Her sabah öyle yapardım. Ama bu sabah farklıydı. Sadece o mavi gözlü çocuk değildi bu farkı yaratan. Bambaşka bir şey vardı bu sabahta. Tıraş olurken de yüzümü kesmiştim, kanıyordu şu anda o kesik. Hissediyordum. Oysa durmuştu. Evden çıkarken gayet iyi görünüyordu. Aman Allah’ım gömleğim! Bugün önemli bir gündü. Neyse iş yerinde temiz bir gömlek ayarlarım.
Işığın yanmasını bekledim bir süre. Benimle birlikte bekleyenler sabredemeyip geçtiler tabi. Ben yine de bekledim ışığı.
Niye yanmadı bu ışık? Bugün pek trafikte yoktu ama vakit kaybediyordum. Büfeci çocuk görse de bari el etsem siparişimi. İşi başından aşkın onunda, farkımda bile değil. Gelen geçiyordu bu nasıl iş. Motorlu taşıtlarda ciddi bir azalma. Bu sabah yaya daha çoktu. Genelde öyle olur ya zaten. Yine de bu sabah farklıydı. Mavi gözlü çocuk hiç olmasa da farklıydı.
Niye yanmadı bu ışık. Saatime baktım. Acaba bozuk muydu? Dün sağlamdı ama günü gününü tutmazdı böyle şeylerin. Bu seferlik geçse miydim acaba? Ne olacaktı ki bir seferlikte ben geçsem kırmızıda? Zaten herkes geçiyordu. Bir enayi ben miydim sanki? Hem dikkatli olduktan sonra ne olabilirdi ki? Yolda bomboştu. Saatime baktım yine. Kesin bozuktu bu ışık. Büfeci çocukta bakmadı gitti bu tarafa. Geç kalmak mesele değil de stres oldum bu saçma sapan aksilikler yüzünden. Daha fazla bekleyemeyeceğim. Geçiyorum işte. Mavi gözlü çocuk, TRT, çocukluğum…
Hastanedeydim. Nasıl oldu, nereden çıktı o araba anlayamadım. Son anda fark ettim. Sanırım o da beni son anda fark etti ki direksiyonu kırıp benim yerime büfeye çarptı. Allah’tan kimseye bir şey olmamıştı. Ben de zaten korkudan bayılmıştım. Saat kaç? Aman Allah’ım yoksa? İş yerini aramam lazım. Gömleğimde kanlı. Bırak şimdi gömleği. Mavi gözlü çocuk! Amaaan ne çocuğu yaaa. Toplantı! Toplantı vardı bugün. Haftalardır hazırlanıyordum iyi bir sunum yapabilmek için. Hep o büfeci çocuğun yüzünden. Bana bakıp siparişimi almış olsaydı bende o kadar acele etmezdim karşıya geçmek için. TRT! Ne TRT’si yaa. Her şeyi başlatan o. O pis küre başlattı her şeyi. Ve o iğrenç cızırtı sesi. Eski programları falan verseler olmuyor mu sanki, yayını durdurmaları şart mı?
Allah’ım neler saçmalıyorum ben? Şu düştüğüm hâle bak. İlaçlarım! Bu sabah almadım galiba. Şimdi anlıyorum bu saçma sapan gidişatın nedenini. İlaçlarını almazsan olacağı budur işte. Hemen kalkıp ilaçlarımı almam lazım. Buralarda bir yerlerde olacaklar. Yo-yo hayır. Mutfak! Mutfaktaydı ilaçlarım. Hemen mutfağa gitmem lazım.
Evin koridorunda yürürken henüz bir gariplik olduğunu anlayamamıştım ama rengini geçen sene maviye boyattığım duvarlar ilgimi çekmişti birden. Masmavi. Bir şeyler söylemeye çalışıyorlar sanki bana. Ama ne? İşte mutfaktayım. İlaçlarda hemen şu çekmecede olacaklar. Heh işte buradalar. Eveeet önce seni içelim bakalım TRT. Ne garip bir ilaç ismi değil mi? İlk duyduğumda ne kadar gülmüştüm bende. TRT diye ilaç ismi mi olurmuş demiştim. Garip. Sonra diğer ilaca geçelim ‘’eye’’. Bu da garip, İngilizce göz demek. Acayip şekli yüzünden böyle diyorlar herhâlde. Yoksa gözle ilgili bir problemim yok benim. Prospektüsünde de gözle ilgili hiçbir şey geçmiyor zaten. Ama adı göz işte. Garip. Ve son olarak sana gelelim. Bu ilaç benim için çok manidar. Çocukluğumdan beri kullandığım tek ilaç bu. Uzun zamandır sabahları ve akşamları bu üç ilacı kullanıyorum zaten ve aklıma iyi geldikleri dışında onlarla ilgili hiçbir bilgim yok. Ama bu sonuncu ilaç başka. O benim sırdaşım gibi bir şey. Yaşadığım her şeyin canlı şahidi.
Henüz okula gitmediğim yıllarda bir trafik kazası olmuştu. Ben bahçede oyun oynuyordum ama sesleri duymuştum. Bizim eve koşarak gelen komşuları çok iyi hatırlıyorum. Hepsi ağlayan annemi sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Oysa onların gelişiyle ağlamaya başlamıştı annem. Hem ağlatmışlardı annemi hem de sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Bense neler olduğunu anlayamayacak kadar çocuktum. Ama görebilecek kadar da yakından bakıyordum yaşananlara. Ve işin garip yanı üzerimde TRT yazılı bir tişört vardı.
Babam TRT’de çalışıyordu o zamanlar ve bu tişörtü bana onun müdürü hediye etmişti birkaç hafta önceki doğum günümde. Garip. Gerçekten garip. Bazı kelimelerin hayatımda bu kadar fazla rol alması gerçekten çok garip. Saat kaç?
Olamaz saat 07.30 olmuş. Benim çoktan evden çıkmam lazımdı. Daha tıraş bile olmadım. Oysa bugün çok önemli bir gündü. Ama dur önce ilaçlarımı içeyim. Yoksa içtim mi? Kutu elimde ama içtim mi, içmedim mi hatırlamıyorum. Diğerlerini içtim. Yani içmişim demek ki. Çünkü sırası hiç değişmez ilaçlarımın. Allah’ım hep aynı şey oluyor. Bu ilacı ne zaman görsem o gün geliyor aklıma ve dalıp gidiyorum. Sonra da ilacı içtim mi, içmedim mi hatırlayamıyorum. Ama bir dakika! Dün saymıştım içinde kalanları. 17’ydi. Evet-evet 17’ydi. Tekrar sayalım, 17 çıkarsa içmedim demektir.
Saydım. 16 çıktı. İçmişim demek ki. Peki ya dün ilacı içmeden önce saydıysam ne olacak? Sonra da bir tane içmişimdir ve 16 tane kalmıştır. Yok canım. İçmeden önce niye sayayım ki?
-Neden olmasın?
Saate baktım. 07.35. Bir an önce tıraş olup giyinmem lazım. Banyoya koştum. Tıraş takımlarımı hazırlayıp hızlıca tıraş olmaya başladım. Ahh… İşte bir kesik! Tam da ihtiyacım olan şey. Yara bantları neredeydi? Heh işte burada. Bu ne biçim yara bandı böyle? Bir daha bunlardan almam. Şuna bak rengârenk. İşe giderken takamam ben bunu. Üstelik gömleğimle de uyumlu değil. Yara bandıyla uyumlu olsun diye de siyah takımın içine mavi gömlek giyemem. En iyisi evden çıkana kadar kalsın boynumda. Tam kapıdan çıkarken çıkarırım. Hem o zamana kadar çoktan kurur kesik yer. Zaten ufacık bir şey.
Bu sorunda hâllolduğuna göre artık gidip giyinebilirim. Saat kaç? 07.45. En geç 08.30’da iş yerinde olmam lazım.
Üzerimi giyip hemen çıktım evden ve çıkarken de o hiçte yaşıma uygun olmayan masmavi yara bandını söküp attım boynumdan.
Hızlı adımlarla ana caddeye yöneldim. Bu mavi işi de enteresandı aslında. Üç ilaç kutusu da maviydi mesela. Evimin duvarları da öyle. Hatta koltuk takımım bile öyle. Eski evimizde maviydi bizim. Hatta bahçe duvarları ve demir kapısı da maviydi. Şu an üzerimdeki gömlek bile mavi. Ne? Mavi mi? Ama ben beyaz gömlek?
Bu da ne? Yolun ortasında oturan bir çocuk! Heyy!!! Hey, evlat ne yapıyorsun öyle yolun ortasında? Cevap vermedi çocuk. Yaklaşıp elimi omzuna koyduğumda yüzünü döndü. Bu bendim! Masmavi, kocaman gözlü bir çocuk. Ama sadece bu kadar da değil. Bu bendim. Üzerimde TRT amblemli mavi bir tişört vardı ve işte aynısı. Bu çocuk benim…
Doktor o günden sonra ailemin bir parçası olmuştu. Henüz okul çağına gelmemiş bir çocuktum ve babamı kaybetmiştim.
Annem ise haberi alınca aklını kaçırmıştı ve bu gözlerimin önünde olmuştu. Doktorum bir kadındı. Benimle çok yakından ilgilenmişti. Belli bir yaşa geldiğimde de bana durumu açıkça anlatmıştı. Bazı kelimelere karşı oldukça hassastım. Ve bazı renklere ya da bazı durumlara. Her neyse işte. Ama ilaçları düzgün kullandığım sürece bir sorun yoktu. Olamazdı. Doktorum buna garanti veriyordu. Ama ilaçlarımı bir gün bile aksatırsam hangisinin gerçek, hangisinin hayal olduğunu anlayamadığım ve çocukluğumda mıyım yoksa bugünde mi yani hangi zaman diliminde olduğumu anlayamadığım birtakım şeyler oluyordu. Yani olurmuş. Neyse ki ben ilaçlarımı hiç aksatmadan kullanıyordum.
2012

Yazarımızın tüm yazılarına ulaşmak için lütfen tıklayınız Oğuz Sarıtepe

Anasayfaya dönmek için lütfen tıklayınız

Bizi facebook sayfamızdan takip edin

Comments are closed.