İstanbul’da Macar Müzisyen Franz LİSZT ve Kamelyalı Kadın

Osmanlı da Kadınlar Saltanatı
Ocak 23, 2024
Santa Maria Draperis Kilisesi
Ocak 23, 2024

İstanbul’da Macar Müzisyen Franz LİSZT ve Kamelyalı Kadın

İstanbul’da Macar Müzisyen Franz LİSZT ve Kamelyalı Kadın

İstanbul…
Hayatımın en güzel ve özel yıllarının geçtiği sevdiğim şehir, tabii ki Beyoğlu-Galatasaray. En son yaşadığım yeri olarak en taze anılarıma ev sahipliği eder. Beyoğlu’na öğrenci iken ilk gidişlerimiz bankalara öğrenci kredimizi almak içindi. Sonrası İnci Pastanesinin profiterol güzelliği bir ritüeldi adeta. Oraya her gidişimiz bir olaydı, bazen izlediğimiz bir opera, bazen yanlışlıkla girip nasıl çıkacağımızı bilmediğimiz yanyana sinema salonlarıyla çok güzeldi Beyoğlu o zamanlar. Ağaçları, ışıkları, yaşayan yanıyla güzel ve farklı profilden insanları…
Galatasaray Lisesinin yanından inen Yeniçarşı Caddesinde bir ev sahibi olduğumuzda çok sevinmiştim. Yirmi yıl öncesine dek de orada yaşıyorduk. Son gidişlerimde ya ben karamsar oldum ya da gerçekten ruhu terk etmiş Beyoğlu’ nu. Hiç bir şeyin, hiç bir yerin eski tadı yok. Çiçek Pasajında iş yeri olup Yeniçarşı Caddesinde oturan biri olarak çok mutluydum o zamanlar… Tosbağa Sokakta oturan ünlü fotoğrafçımızı görürdüm mesela bir gün. Sevgili Ara GÜLER.
Müzeye çevirdiği dört katlı bir apartmanda otururdu. ( 2000 yılında doğan HIZLAN Beyoğlu belediyesine bir yazısında önerdi ve sokağın adı şimdilerde Ara GÜLER Sokağı olarak değiştirildi. Yokuş aşağı inerken bir diğer sokağın içinde de , o sokağın adı da Nuru Ziya Sokak, Attila ÖZKIRIMLI otururdu. Biraz daha aşağıya indiniz mi , Ruhi SU üstadın oğlu ve eşini görme şansınız olurdu o zamanlar. Ilgın ve Sıdıka SU hanım…
İlgimi çeken başka bir yer de vardı oralarda. Yeniçarşı caddesinden tünele giden caddeye çıkan Nur-u Ziya sokağının sağ tarafında bir bina vardı. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası binasının yan tarafında üstünde de Franz LİSZT ‘in orada yaşadığını belirten bir levha ile… İlginç gelirdi hep, sonra öğrendim.

Franz LİSZT

22 Ekim 1811 de Macaristan’da doğar. Henüz çok küçük yaşta yeteneği farkedilince babası tarafından Viyana’da piyano eğitimi alması sağlanır. Burada virtiözlük derecesinde kendini geliştiren Franz, erken yaşta babasını kaybedince geçimini sağlamak için piyano dersleri vermeye başlar. Bir yandan da Paganini, Berlioz gibi döneminin ünlü müzisyenleriyle tanışır. Lamartin’ den şiirler besteler. Erken yaşlarda, o sırada evli olan Kontes Maria Duplessis ile tanışınca alışılmışın dışında bir ilişki yaşar. Ne tesadüftür ki, Kontes’ten olan üç kızından biri de büyüdüğü zaman tıpkı annesi gibi eşini terkedip babasının yakın arkadaşı Richard Wagner ile sıradışı bir ilişki yaşayacaktır. Tabii ki insanız, insana dair hiç bir şeye de yabancı değiliz. Zaten sanatçılar da sıradışı insanlardır.
Franz Liszt 1840-47 yılları arasında Portekizden Rusya’ya dek neredeyse tüm Avrupa’yı kapsayan bir turneye çıkar. Bu turne kapsamında 8 haziran 1847 yılında İstanbul’a gelir. Ancak onun hayali buraya Maria Duplessis ile birlikte gelmektir. En başından beri… (Yıllar önce, Franz Liszt’in İstanbul’u ziyaret arzusunu yerine getirememesinin sebebi, sevgilisi Marie d’Agoult’un hamile olduğunun anlaşılmasıydı. Bu haliyle d’Agoult’u böylesine uzun ve yorucu bir seyahate çıkaramayacak olan Liszt, bütün planlarını iptal etmek zorunda kalmıştı. Fakat Liszt, İstanbul’a gitme arzusundan hiçbir zaman vazgeçmedi. Farklı tarihlerde, farklı şehirlerde defterine aldığı notlarında da büyük usta, devamlı bu arzusunu dile getiriyordu.
“Muhtemelen bu sonbahar İstanbul ve Atina rüyam gerçek olacak.” (Prag-14 Nisan 1846)
“Bu temmuzda ne yapacağımı bilmiyorum, haziran sonuna kadar tamamen konserlerle meşgul olacağım. Muhtemelen eylülde Transilvanya, Yaş ve Bükreş’e gideceğim ve sonra İstanbul’a gideceğim.” (Gratz-26 Mayıs 1846)
“Yaklaşık bir ay boyunca Odessa’da olacağım ve sonra gemi ile İstanbul’a gitmek için güzel günler beni bekler…” (Odessa- 10 Şubat 1847)
Franz Liszt, 1847 yılında yakın dostu, ünlü şair Alphonse de Lamartine’e yıllardır hayalini kurduğu bu seyahatin gerçekleşebilmesi için aracılık yapmasını rica eden bir mektup kaleme aldı. Lamartine de Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’yı ünlü piyanistin bu arzusundan haberdar etti ve kısa süre sonra Franz Liszt, bizzat Sultan Abdülmecid ve Sadrazam Mustafa Reşid Paşa tarafından İstanbul’a davet edildi. Lemberg ve Ukranya’daki konserlerinin ardından İstanbul’a gelmek üzere Galatz’dan gemiye binen Liszt, 8 Haziran 1847 günü nihayetinde yıllardır kurduğu hayallerini gerçekleştirdi ve Osmanlı payitahtı İstanbul’a ayak bastı. Ünlü piyanisti İstanbul Limanı’nda, Sultan’ın baş tercümanı Baron Resta bekliyordu. Sultan Abdülmecid, Franz Liszt’i tanıma ve kendi orkestrasını dünyaca ünlü bir müzisyene gösterme konusunda büyük bir heyecan duyuyor ve sabırsızlanıyordu. Bu nedenle sultan, Liszt’in dinlenmesine dahi müsaade etmeden İstanbul’a ayak basar basmaz saraya getirilmesini emretmişti.)
Liszt’ in çok istediği gelişi on yıl gecikmeyle olunca o geldiğinde Maria, 1847 Şubatında Paris’te hayata veda etmişti. Dolayısıyla bu gezi sanatçı için bir yas gezisi haline gelmişti.
“Takvim-i Vakayi” gazetesi 2 Aralık 1846 tarihli sayısında “bazı haberlere göre piyano ustalarının en meşhurlarında Mösyö Liszt İstanbul’a gelmekte imiş” sözleriyle sanatçının gelişini yazar. Ancak bu Alman piyanist Eduard Lisztmann’dır…İstanbul’a gelip, sultanın huzurunda konserler verip, ondan çeşitli hediyeler almıştır. Gerçek Liszt gelmeden üç hafta önce de gider.
Liszt’in 37 yıl sonra kuzenine yazdığı mektuba inanacak olursak İstanbul’a iner inmez sahtekar olduğu gerekçesiyle tutuklanıp sahte Liszt yüzünden eziyet çekmiş. Neyse ki bu olayın tamamen uydurma olduğunu Prof Dr Ömer Egecioğlu’nun kanıtladığını öğreniyoruz.
Eğecioğlu “Liszt- Lisztmann Olayı” başlıklı makalede gerçekten Lisztman isimli bir bestecinin İstanbul’a geldiğini, sarayda konserler verdiğini, ancak hiçbir zaman Liszt’in adını kullanmadığını dönemin yerli ve yabancı gazetelerini, konser broşürlerini tarayarak kanıtlıyor. Bu durumda Liszt bir sanatçı egosuyla yalan söyleyerek kendi efsanesini yaratmaya çalışmış mı demeliyiz ki?
Peki Liszt İstanbul’da neler yaptı? Nuru Ziya sokakta bulunan (eski Polonya sokağı) nota basımcısı A.Commandiger’e ait 19 numaralı eve yerleşti. Burada beş hafta kaldı. Herşeyden önce Eski Çırağan sarayında Sultan Abdülmecit’in huzurunda piyano resitalleri verdi. Cam bir piyano ve cam bir koltuğun üzerine oturarak. Bu piyano ve koltuk halen sarayın Camlı Köşk bölümünde görülebilir. Bu resitaller için ikinci bir piyano Sebastian Erhard tarafından imal edilmiş ve daha sonra ünlü Rum Mihail Baltazzi tarafından nişanlısına armağan olarak 16 bin altına satın alınmıştır. Bir başka kaynaktan okuduğuma göre; resme ve müziğe meraklı olan Abdilmecid(torun olan), halife olunca, Liszt’in kaldığı evi müze yapmak için teşebbüse geçip piyanonun da peşine düşmüştür, bu biliniyor. Bir başka arzusu da kendi yaptığı besteci portrelerinin bu müzenin duvarına asılmasıdır. Beethoven portresi ünlüdür… Ancak Liszt’in öğrencisinin öğrencisi olan Sultan Abdülmecid’in torunu Abdülmecid efendinin, halifeliği ilga edilip kendisi de yurt dışına sürüldüğü için bu proje o zaman için kalmıştır. Kuşkusuz Abdülmecit efendi, Osmanlı tarihindeki Batı müziğine en düşkün sultandır. Dolmabahçe Sarayı inşa edilirken sarayın hemen yanında bugün çay bahçesi olan alanda muhteşem bir tiyatro inşa ettirmiş, burada operalar, tiyatrolar, konserler tertip ettirmişti. Bu nedenle sadece Liszt değil, Staruss, Donizetti gibi bir çok bestekârı İstanbul’da konuk ve ihya etmiştir.

Franz Liszt, 1847 Haziranında İstanbul’a geldiğinde yıllar süren hayali de gerçekleşir. Aslında Liszt on yıl boyunca İstanbul’a gelmek istemiş ancak Osmanlı İmparatorluğu izin vermemiştir. İstanbul ve Osmanlı sempatisinin nedenleri de vardı elbette…
Osmanlılar onyedinci yüzyıl sonunda Macaristan’ dan çekilene dek Avusturya karşısında onları koruyup kolladılar. Zaten Türk-Macar dostluğu hakkında pek çok başka nedenler de söylenir, onların Türk asıllı oldukları gibi… 1938’ de Avusturya’ ya başkaldırıp başarısız olan Macar asıllı 16.000 kişi osmanlıya sığınır ve Osmanlı hepsine kucak açarak hiçbirini iade etmez. Rütbe ve görevlerine uygun yerlere yerleştirilir. Bazı subaylar müslüman olarak ordua söz sahibi olurlar. Ayrıca orduda moderniteye de katkı sunarlar. Kültürel katkıları da inkar edilemez elbette.
İşte büyük kompozitör Liszt’in Abdülmecid sempatisi de Osmanlının bu tavrından kaynaklıdır. Yıllarca Avrupa’yı ve Rusya’yı gezdikten sonra İstanbul’a gelerek Sultan Abdülmecid’in huzuruna çıkar. Abdülmecid, Liszt’i dinleme konusunda o kadar heyecanlı ve istekliydi ki ünlü piyanist gemiden iner inmez doğruca saraya götürülür. Aynı şekilde Liszt de İstanbul’da, Osmanlı sultanını huzuruna çıkmanın önemini anlamış olmalı ki ünlü piyano yapımcısı Sebastian Erard’m kendisi için özel olarak yaptığı piyanoyu da Paris’ten beraberinde getirir. İstanbul’da verdiği konserler, Liszt’in verdiği en son ve en önemli konserlerdir. İkisi padişahın huzurunda, birisi Rus Elçiliği’nde, birisi başka bir elçilik binasında ve birisi de yanıp kül olan ve artık kimsenin tam olarak nerede olduğunu bilmediği Francini’nin Büyükdere’deki villasında olmak üzere beş konser.
Abdülmecid için İtalyan eserler çalar. Dönemin gazeteleri, sanata düşkün Sultan Abdülmecid’in, bu önemli besteciyi “büyük ilgi, hayret ve hayranlıkla dinlemiş olduğunu” yazar. Bu hayranlığın neticesinde de sultan, iftihar nişanı ve 12.500 kuruş değerinde, üzeri kıymeti taşlarla süslü bir kutuyla ödüllendirir… İstanbul’da olduğu süre içinde, Donizetti tarafından bestelenen “Marş-ı Sultani”yi de eklemeler yaparak yeniden yorumlamıştır.
“SENFONİK ŞİİRİN MUCİDİ” olarak anılan Franz LİSZT, 31 Temmuz 1886 yılında suikast olarak da söylenen bir şekilde Beyrut’ da ölmüştür… Ölüm sebebi zatürreedir. Hayatı boyunca suikast beklentisi olan, tehdit edilen biriydi değerli besteci…
Ve çok hoş bir detay var Liszt’in hikayesinde…

Kamelyalı Kadın

Liszt’in kaldığı odada az kalsın “Kamelyalı Kadın” da kalacaktır.
O zaman 35 yaşındaki Liszt, Paris’te Marie Duplessis diye bilinen, asıl ismi Alphonsine Plessis olan bir kadına âşık olur demiştik yazının başında… . Marie her şeyini bırakıp Liszt ile yaşamak üzere Almanya’ya gitmeye karar verir, fakat o sıralar efsane ve hayal şehri İstanbul’a gitme hazırlıklarında olan Liszt Marie’yi de götürmeyi önerip kabul ettirir. İstanbul’a varmak üzere Budapeşte’de buluşmak için sabırsızlandıkları sırada bir kış günü Marie, Paris’te yaşamını yitirince… Budapeşte’ye gelemez. Ve tabii istanbul’a da…
Söz konusu Alphonsine Plessis veya Marie Duplessis daha sonra 1852’lerde Alexandre Dumas Fils’in “Kamelyalı Kadın” yapıtının monden hanımı olur. 1936’da George Cukor yönetiminde Hollywood’da beyaz perdeye uyarlanan roman, Greta Garbo ve Robert Taylor’un oyunculuklarıyla yücelir. Daha sonra da Verdi’nin La Traviata operasında da Marguerita Gaultier olur. Makus talih ne yazık ki Kamelyalı Kadın veya Verdi’nin koyduğu isimle La Traviata ile dönemin en büyük romantik müzisyeninin İstanbul’da bir araya gelmesine engel olur. İstanbul’da otuz beş gün kaldıktan sonra ülkesine dönen Liszt, Sebastian Erard’a yazdığı mektupta Rus Elçiliği’nden gördüğü Boğaziçi manzarasının kendisini büyülediğini yazar.
Evet o kalınan bina, Beyoğlu Nur-u Ziya Sokaktaki… Commendinger’in ardından binada bir süre Paris Sefiri Nazım Paşa oturur. Nazım Paşa, 1911 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde St. Petersburg Elçisi Riddle, Romanya’nın Fransa Ortaelçisi A. Lahovary ve Gramont Dükü üe beraber olduğu bir sırada çok ilginç bir şekilde ölür. Dörtlü briç oynarken Nazım Paşa, kupa ası çıkardığı sırada geçirdiği anevrizma sonucu hayata veda eder. Diplomatı taşıyan araba Chez Maxims’in önünden geçerken ünlü gece kulübünün orkestra şefi maestro Lionel Herpin orkestrayı bir dakika susturur, ancak daha sonra çubuğunu tekrar eline alarak Harry Fraagson’un dillerden düşmeyen “Tout Paris qui chante et qui s’amuse” adlı şarkısını çaldırmaya başlar.
Bugün üzerinde plaka bulunan ev ile Liszt’in bir süre kaldığı ev maalesef sandığımız gibi aynı ev değil. Çünkü ,Liszt’in İstanbul’u 1847’deki ziyaretinden iki yıl sonra çıkan yangın sonucu bu sokak tümüyle yanar. Ama anısına o yerdeki bir binaya o plaket çakılmıştır…
Eserleri hakkında bilgi verir diye, kulağa da hitap edersek…
https://www.youtube.com/watch?v=KpOtuoHL45Y

Yazarımızın tüm yazılarına ulaşmak için lütfen tıklayınız ►►Suna TEPE

İstanbul’da tarihi ve turistik yerler için tıklayınız ”Tarihi Şehir İstanbul”

Bizi Facebook Adresimizden Takip Edin

sehrinhikayesi@gmail.com

Comments are closed.