Kısa Bir İnsanlık Tarihi

Mısır Hiyeroglifleri; Dikilitaş Üzerinde Neler Yazıyor
Eylül 23, 2024
manastarlı hamdi bey
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Özeldir
Eylül 23, 2024

Kısa Bir İnsanlık Tarihi

Kısa Bir İnsanlık Tarihi

Uzay Nasıl Oluştu?

Edwin Powel Hubble ‘’Hubble Sabit Formülü’’ ile gökyüzünü incelerken yıldızların ardındaki kızıllığa dikkat çeker. Bu yıldızların hareket halinde olduğunun göstergesiydi. Lakin bir başka dikkat çeken yer daha vardı. O da bu hareketin tek bir yöne doğru değil her bir yöne doğru olmasaydı. Diğer bir anlatımla yıldızlar tek bir yöne doğru hareket etmiyorlar bir dairenin her bir yanına doğru hareket ediyorlardı. Mademki böyle bir açılarak genişleme vardı o halde soru da basitti. En geriye gittiğimizde bunların hepsinin bir bütün olması gerektiği. Yani en başta bir bütündüler ve bir patlamayla birlikte savruldular. Halende devam ediyor bu genişleme. İşte bilim buna ‘’Big Bang yani Büyük Patlama’’ adını vermişti. 

Dünya Hayata Geliyor. Ay Doğuyor, Yaşam Başlıyor

Bu patlamanın akabinde yıldızların etrafında sistemler doğmaya başladı. Bunlardan biri de bizim dünyamıza ev sahipliği yapan Güneş Sistemi.
4.5 milyar sene önce yaşamına başlayan gezegenimiz daha ilk evrelerinde bir çarpışma yaşar. Oldukça büyük bir çarpışmadır bu. Dünyadan büyük bir parça kopar ve günümüzde aşk şiirlerinde önemli bir metafora sahip olan uydumuz ay hayata gelir.
Yaklaşık 4 milyar yıl kadar öncede işte bugün hepimizin varolma nedeni olan yaşam başlar. Yaşam suda başlayacak sonraları karaya çıkacak ve sayısızca türün oluşumuna neden olacaktı.
Aslında karalar bir zamanlar tek bir parçaydılar. Gezegenin bu tek parça kara haline Pangea adı verilir. Günümüzden yaklaşık 175 milyon sene önce birbirlerinden ayrılan bu kara parçaları bugünkü kıtalarımızı oluşturmuşlardır.
Tabiki o kıtalar hayat doluydu. Yaşam her geçen zaman daha da yeni türleri bünyesine katıyor dallanıp budaklanıyordu.

İnsan Egemen Dünya

Diğer tüm canlılıklarla birlikte giden yaşam ağacımız, insan türünün bilgiye sahip olmasıyla birlikte yerini insan egemen dünyaya bırakmaya başlayacaktı.
Uzun bir süre avcı toplayıcı yaşam biçiminde yaşayan insan bir süre sonra bu eşitlikçi düzeni terk edecek ve günümüze kadar gelen hem sınıfsal ayrımı hem cinsel ayrımı olan hale bürünecekti.

Ne mi oldu da eşitlikçi yapılar son buldu?

Bitkinin Evcilleştirilmesi, Tarım Toplumunun Temeli

Avcı toplayıcı yaşam biçiminde hayatta kalmak için birlikte olmak zorundaydı insan.  Erkek avlanma rolünü üstüne almış kadın ise toplayıcıydı. Bitki köklerini topluyor bunlarla beslenme sorununa çözümler buluyordu.
Toplum eşitlikçi bir yapıda olsa da kadının rolü biraz daha hakimdi. Bundaki en büyük etken ise kadının bitki kökü toplayıcı yaşam biçimi, erkeğin tesadüfi avcılığından çok daha garanti bir yöntem olmasıydı. Erkek o gün avlanamayabilir ama kadın her koşulda bitki kökü toplamış olacaktı.
Bu süreçte kadının gözlemciliği bir devrime yol açacaktı. Yiyeceklerden arta kalanların atıldığı yerde yeşeren bitkiler, zamanla bu ekimin bilinçli bir halde yapılmasına dönecek, böylece ilk bitkiler evcilleştirilmeye başlanacaktı. Bu aynı zamanda tarım toplumlarının da temelini oluşturuyordu.

Erkek Egemen Toplumun Ortaya Çıkışı, Yerleşik ve Göçebe Toplum Ayrımı

O süreçte yine bir başka büyük bir sıçrama yaşanacaktı. O da hayvanların evcilleştirilmeye başlanması. Özellikle At’ın evcilleşmesi ile birlikte erkek daha rahat avlanma imkanı bulacak ve insan tercihinde etin ottan daha değerli olması, eti getiren erkek cinsinin aynı zamanda toplumsal anlamda da güçlenmesine neden olacaktı.
Bu kadın erkek eşitliğinin yıkılmaya başladığı erkek egemen yani ataerkil toplumların ortaya çıkışıydı.
Bitkilerin evcilleştirilmesi aynı zamanda toplumun tarım ve göçebe toplumlar olarak işbölümü yapmasına da neden olacaktı.
Bir kesim hayvancılık üzerinden doğru yaşamını şekillendirecek, böylece göçebe toplumlar haline gelecek diğer bir kesim ise toprağa sarılacak ve yerleşik bir hayatı kuracaktı.
Hayvanların her mevsim uygun alanlarda beslenmesi zorundalığı o toplumları göçebe yaparken, toprağa ekilen ürünün belli bir süre sonra alınacak olması ve yeniden ekilmesi gerçeği de yerleşik toplumları oluşturacaktı.

Eşitliğin Bozulması. Sınıfların Ortaya Çıkışı

Bürokrasinin Doğuşu, Esirin Köleleşmesi

Bu ilerlemeler zamanla insan arasında sınıf farklılıklarına da neden olacaktı. Özellikle çanak çömlek gibi araçların bulunması, elde edilen ürünün depolanması, saklanması gibi süreçleri doğuracak böylece işi sadece toplanan bu ürünleri dağıtmak olan bürokrasi dediğimiz bir yapı oluşacaktı.
Bu hayatın o güne kadar gelen eşitlikçi yapısını tamamen değiştirecekti.
Önceleri kabileler arasında ufak çaplı sürtüşmeler meydana gelirdi. Kaybeden taraftan alınan esirler artık diğer kabile ile birlikte yaşamaya başlar, fakat bu esirlik kölelik gibi bir hal içinde olmazdı. Sadece o kabilenin üyesi olma durumu söz konusuydu.
Bürokratik sınıfın ortaya çıkışı yeni bir fikride beraberinde getirmiş böylece savaşlar dönemi artık başlamıştı.
Biriktirilen ürünü dağıtan bürokrasi denen grup, neden biz çalışıyoruz esir olanlar çalışsın fikrini edinecekler böylece daha çok esir daha çok biriktirilen ürün ve daha refah yaşamaları anlamı taşıyacağı için daha çok esire ulaşmanın savaşları başlayacaktı.
Kısaca esir artık köleleşmeye, köleleştirenlerde efendileşmeye başlamışlardı.

Devlet ve Hukuk Ortaya Çıkıyor

Bir zaman sonra kölelerin sayısı oldukça artacak bu durum onların yönetilmesi adına yeni bir organizasyonun oluşmasına neden olacaktı.
Bu organizasyonun adı devletti. Günümüzde çokça sıkıya sarıldığımız devletler aslında kölelerin yönetilmesi için yapılmış organizasyonların bütünüydü. Hukukta bu organizasyonun kuralları olarak ortaya çıkmıştı.
Artık insan ‘ezen ve ezilen’ olarak yeni bir dönem altında yaşıyordu. Bir yanda ezilen köleler diğer yanda onları çalıştırarak sefa süren köle sahipleri yani köleciller.
Tarım üretiminin gelişmesi büyüyünce, tarım toplumları ortaya çıkacak bir önceki düzenin köleleri köylü, köle sahipleri ise toprak ağaları olacaklardı. Feodal toplumlar olarak nitelendirilen bu dönem binlerce yıl sürecekti. Bu süreçte kent devletleri yerini imparatorluklara bırakmış, artık hakimiyet güçleri kıtaları aşarak çok daha büyük alanlara yayılmıştı.

Günümüzde Kapitalizm – Sosyalizm

16. yüzyılla birlikte bilimsel ilerlemeler hız kazanmaya başlamıştı. Coğrafi keşifler yapılıyor, özellikle Avrupa çevresinde reformlar, yenilik hareketleri birbirini kovalıyordu.
Üretim ilişkilerinde de endüstri öne çıkmaya başlamıştı. Ham maddenin işlenmesi yeni bir düzeninde doğuşunun geleceğini gösteriyordu.
Burjuva denilen fabrika sahibi patronlar söz sahibi olmaya başlıyor, toprak ağası gücünü fabrika patronuna bırakırken köylüde işçileşiyordu.
Düzenlerin adı değişiyor lakin sınıf ayrılıkları başka bir hale bürünüp devam ediyordu.
Artık fabrika sahibi patron çalışanı da işçiydi. Hukuksal olarak haklar kazanılmış olsa da emeğini satan alınterini döken işçi, onların emeklerinden sermaye üstüne sermaye koyarak yeni fabrikalar açan ve yeni fabrikalarına yeni işçiler alarak onlara da patron olanlar burjuvalardı.
Kapitalist düzen denen bu düzenle birlikte paralel gelişen diğer bir yapıysa, üretim araçlarına patronların değil işçilerin sahip olması gerektiğini söyleyen ve bu yapıda devletler kurmaya çalışan sosyalizmdi.

İnsan Egemenliği Tehdit Altında

Tüm insanlığın bu gelişiminde ezen içinde, ezilen içinde ortak olan şeyse insanın yoketme hırsıydı. Yaşadığı gezegeni hangi sınıftan olursa olsun önemsemeyen, insanı diğer canlı türleri arasında egemen sayan bir yapıydı.
Diğer yaşam biçimleri insanın gösterdiği yerde yaşamak ve ona tabi olmak zorundaydılar. Çünkü insan kendini gezegenin sahibi olarak görüyordu. Ve istediğinde katledebilir, istediğinde yaşam alanlarını yok edebilirdi.

Lakin gezegen de öyle düşünüyor muydu?

Bir sonraki buluşmamız küresel ısınma ve insanın yok olma tehlikesi olsun…

İstanbul Tarihi Yarımada Gezi Yazısı (Gezi Rotası) Okuyabilirsiniz

Bizi Facebook adresimizden takip edin

Comments are closed.