HÜR KARINCALAR
Şubat 11, 2020Fotoğrafların İstanbul’u 2
Şubat 12, 2020
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi
Net bir şekilde tarihlenemiyor olsalarda binlerce yıldır insanlar tarafından dünyanın çeşitli bölgelerindeki mağara içlerinde, yapı yüzeylerinde ya da yüksek bölgelerdeki kayalık alanlarda -yılın neredeyse tamamı kar altında kalan ve bu sebeple çok az bozulmaya uğramış- çeşitli figürler resmedilmiştir. Bir kısmı henüz manalandırılamamış bu ilkel resimlerin, dönem yaşamıyla ilgili verdiği bilgiler göz önünde bulundurularak insanlık tarihinin geçmişi detaylandırılmış ve yüzbinlerce metin hâline getirilerek, insan belki de en büyük eseri olan ‘yazı’ sayesinde ölümsüz olmayı başarmıştır.
Şüphesiz ki yazının insanlık tarihi açısından önemi büyüktür. Fakat yazının günümüzdeki şeklini bulabilmesi oldukça uzun bir zaman almıştır. İnsan, tahminlere göre kendini ve etrafındakileri anlamlandırmaya başladığı dönem itibari ile ilkel bir kalıcı olma çabası içine de girmiştir. Bu çaba neticesinde öncelikle etrafında gördüklerini, sonra bunların daha detaylı hallerini çizmiş, daha sonra da bu işi kolaylaştırmak üzere bir takım semboller oluşturarak en ilkel hâliyle bir yazı dili geliştirmiştir.
Resmin, daha doğrusu o ilk dönemki hâliyle çizginin sanat amaçlı olmadığı açıktır fakat sonrasında birçoğu yazıya dönüşecek olan bu figürlerin, insanlık tarihinin bugün geldiği noktadan bakıldığında manası göz yaşartabilir. Merak ve ihtiyacın birleşimiyle ortaya çıkan, belki de kalıcı olma arzusunun ilk tohumlarını atan bu ilkel çizgiler, bugün birçok kişi tarafından asıl yaşam amacına dönüştürülmüş bir sanatın karşılığıdır.
Ve zaman hızla ilerler…
Dinler geçmiş yüzyıllarda toplumlar üzerinde bugün olduğundan çok daha büyük bir anlam ifade ediyorlardı. Fakat çağımızda da hâlen belirli coğrafyalarda kutsal metinlerin dışında bir yaşam sürülemiyor, bazılarında ise toplum ruhani varlıklarla sürekli irtibat hâlinde olduğu iddiasındaki kişilerce yönetiliyor. Dünya nüfusu bakımından türü ne olursa olsun inançlı insanların sayısının inançsızlara üstün olduğu da bir gerçektir. Demek istediğim geçmiş yüzyıllarda çok daha etkin olmak üzere -ve kısmen günümüzde de bazı coğrafyalarda- din; toplum ile ilgili her türlü meselede birinci kaynak kabul edilmesi gereken önemli bir faktördür. Bu nedenle asıl meseleye gelmeden evvel şu iki güzel örneği paylaşmak isterim:
Hristiyanlıkta resim: Batı resmi, milattan sonra dini konuları sembolik bir şekilde resmetmeye odaklanmıştır, ancak figürler hareketsiz, kompozisyonlar ise kuralcıdır.
İslam’da resim; Allah’ın, yarattıklarını taklit etmeyi insanoğluna yasakladığı için İslami resimler 18. Yüzyılın ortalarına kadar daha çok soyut desenler ve yazının şekillendirilmesi Hat sanatı, Ebru ve minyatür ile sınırlı kalmıştır.
Kolaylıkla anlaşılacağı üzere asıl meselemiz olan resim ya da bu işin genelinde sanat; dinin etkin olduğu coğrafyalarda yalnızca dinin kuralları içinde ve bu dinin kurallarının izin verdiği ölçülerde gelişebilir yahut sınırlandırılabilir. Fakat bunun iyi ya da kötü olduğunu tartışmıyorum. Hat, Ebru ya da Minyatür sanatları İslam’ın egemen olduğu bir coğrafyada doğmuş ve onun kuralları içerisinde gelişerek şu an ki muazzam seviyelerine ulaşmışlardır. Keza nasıl ki bizler özellikle ibadethanelerimizde bu tarz sanatları doğurma, geliştirme ve yaşatma imkânını bulabilmişsek aynı şekilde Hristiyanlar’da kendi ibadethanelerinde bizimkinden çok farklı bir şekilde, kendi dinlerinin kuralları sınırlarında farklı tarzlar ve sanatlar geliştirmişlerdir.
Zaman ilerledikçe, nüfuslar arttıkça ve dünya medeniyetleri birbirine karıştıkça ister istemez bir hoşgörü zorunluluğu doğmuş ve birtakım kısıtlamalar ortadan kalkarak insanlar sanat konusunda daha özgür hâle gelmişlerdir. Örneğin Osmanlı’da resim sanatının yerleşmesi; 1860-1869 döneminde, Paris’te Gérôme’un öğrencisi olan Osman Hamdi Bey’in ülkesine döndükten sonra gerçekleştirdiği yapıtlar ve Sanayii Nefise Mektebi’ni kurmasıyla birlikte gelişmeye başlamış ve bu gelişme resim sanatının Doğu toplumlarında da yaygınlaşmasına vesile olmuştur. Öyle ki aradan henüz sadece 150 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen günümüzde dünya resim tarihinin önemli bir parçası olarak kabul edilen pek çok Türk ressam bulunmaktadır.
Tüm bu insanlık tarihi ve ayrıca din etkeni anlatımlarından ve resim özelinde sanata yapılan vurgulardan sonra bu topraklarda ortaya çıkarılan belki de manası en derin yapılardan birini takdim etmek istiyorum sizlere:
Resim ve Heykel Müzesi
Tabi ki yine hiç şaşırılmayacak bir ismin(Atatürk) emriyle 1937’de kurulan bu müzede, Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, İbrahim Çallı, Bedri Rahmi, Abidin Dino, Sabri Berkel gibi birçok ünlü Türk sanatçısının eserleri mevcuttur. Başlangıçta Dolmabahçe Sarayı’ndan, bakanlıklardan, çeşitli resim kuruluşlarından alınan resimlerle, Halil Edhem Eldem’in Elvah-ı Naşiye Kolleksiyonu adlı yapıtında ve 1936’da akademide düzenlenen 50 yıllık Türk Resim ve Heykel Sergisi’nde yer alan yapıtlarla oluşturulan müze, bugün Türk Resim Sanatı’yla ilgili en kapsamlı koleksiyonu barındırır. Müzede heykel, seramik ve özgün baskılar da yer almasına karşılık, ağırlık resimlerdir. Bilindiği kadarı ile 6531’i desen ve boyama resim, 487’si heykel, 78’i hat, 50’si seramik ve 10’u ikon olmak üzere yaklaşık 7000 yapıtın sergilendiği müzede, eserler 20 ayrı salonda dönemlerine göre sınıflandırılmıştır. Ayrıca A. Dunoyer de Sagonsac, Andre Derain, P. Bonnard, Pablo Picasso, Maurice Utrillo, Raoul Dufy, Henri Matisse ve Marquet gibi dünyaca ünlü bazı yabancı sanatçıların eserleri de müzenin önemli yapıtları arasında yer almaktadır. Yine ayrıca müzenin bulunduğu bina, 1856 yılında, Veliaht Dairesi olarak Dolmabahçe Sarayı’nın da mimarları Karabet Balyan ve Nikoğos Balyan tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Bina ampir, barok ve rokoko üsluplarının bir sentezidir.
Süreli sergilerinde açıldığı müzede ilave bir bilgi olarak; bir resim onarım atölyesi de mevcuttur. Yıl boyu sanatla ilgili konferans, açıkoturum, film ve dia gösterileri ile atölye ve kurs çalışmaları düzenleme yolu ile yaygın bir eğitim sistemi de sağlanmaktadır.
Gidip görmeden önce uzunca araştırırsanız daha verimli olacağı kanısında olmamla birlikte, en azından ufak bir internet araştırması ile eserler ve toplum açısından bu müzenin ‘yapı olarak değeri’ konusunda bilgi sahibi olursanız, fikrimce adeta başka bir dünyaya adım atmış ve bir süreliğine o dünyanın içinde yaşamış olacaksınız.
Umarım herhangi bir ülkenin herhangi bir eseri mevzu bahis olduğunda, neden o ülkenin ve neden o eserinin mevzu bahis olması gerektiğini ısrarla düşünür ve birçok eserin birçok memlekette yalnızca var oluşunun bile derin bir anlam ifade ettiğini göz ardı etmezsiniz.
İstanbul’a Seyahat
Eşsiz bir kültür turizmi yaşamak, tarihin bambaşka köşelerinde gezinmek, tatilinize tarifsiz güzellikler katmak için, seyahat planlarınızı İstanbul’a yapın.
İstanbul seyahatinizde nerede kalacağınıza, nereleri görmeniz gerektiği, neleri tatmanız gerektiğine dair bilgiler almak istiyorsanız bize mail atabilirsiniz. Kalabileceğiniz otellerden, yemek yiyebileceğiniz mekanlara, gezi rotanızdan, eğlence alanlarına kadar her konuda bilgiyi arkadaşlarımız karşılıksız olarak size vereceklerdir. Şimdiden iyi tatiller, iyi eğlenceler…
sehrinhikayesi@gmail.com